2012
Yazar: Oktay Ege KozakBir gün birileri insanların gerçek hayatta felaket durumlarında nasıl davrandıklarını inceleyen, geçen her saniyenin ölüm ve yaşam arasındaki farkı belirlediği durumlarda karakterlerin aşk yaşamları üzerine uzun uzun diyaloglara girmediği daha gerçekçi bir felaket filmi çekebilir. Christopher Nolan'ın Kara Şovalye'sinin ve Watchmen'in sinema adaptasyonunun süperkahraman türüne yaptığı gibi. Felaket filmi türünün bu tür bir yeniden yaratımdan geçeceği günler gerçekten gelecek mi bilmiyorum. Fakat bildiğim tek bir şey varsa, o da bu olası felaket devriminin arkasında Roland Emmerich'in olmayacağı.
Kurtuluş Günü, Godzilla, Yarından Sonra ve şimdi 2012 ile Emmerich, son on dört yıldır felaket filmi türünün önderi yarattı kendini. Emmerich'in filmleri anlatım ve yaklaşım bakımından birbirlerine o kadar benziyorlar ki, 'Roland Emmerich Felaket Sineması' adı altında bir alt-tür bile yaratılabilir. Metropolik şehirlerin ve ulusal anıtların son dönem özel efektler yardımıyla yerle bir olduğu felaketlerin arasında türün altın çağı 70'li yıllardan beri değişmeyen kalıp karakterlerin kişisel ilişkilerini tartışıp milyonlarca insan ölürken espri patlattıkları filmler işte Emmerich'in felaket sineması.
2012, bir bakıma Emmerich'in felaket opusu. Süresi neredeyse üç saati bulan film (Evet, yanlış okumadınız, üç saat), Emmerich'in diğer felaket filmlerini alıyor ve ikiye, üçe katlıyor. Yani uzun süresinin yanında bu filmlerin klişelerini ikiye, üçe katlanmış halde izliyoruz.
Ana karakterlerimizin aile meselelerini tartışıp espri patlatırken iki santim arkalarında dağılan şehirden uçakla kaçtığı, önümüze serilen her saniyesinde milyonlarca doların yakıldığını izlediğimiz felaket sahnesi mi istediniz? 2012'de bu sahneden bir değil, tam üç tane var. Evet, en az üç kere ana karakterlerimizin son saniyede uçakla felaketten kaçmasını izliyoruz.
Uzun zamandır görüşmeyen aile bireylerinin telefonda ağlayıp felaket vurmadan birbirlerine olan sevgilerini ilan ettikleri uzun melodramatik sahne mi istediniz? 2012'de tıpatıp aynı sahnenin bir değil, en az dört örneği var.
Ve o köpek meselesi, ah o köpek meselesi. Lütfen yanlış anlamayın, ben bir hayvan severim. Özellikle köpeklerin kalbimde ayrı bir yeri vardır. Hatta bu kelimeleri yazarken şu anda 1 yaşındaki King Charles'ım Henry'e bakıyorum.
Fakat Emmerich'in felaket filmlerinin unutulmaz 'ne olursa olsun ölmeyen köpek' klişesini 2009 yılında halen kullanması tepemi attırıyor. Dünyada milyonlarca insan (ve köpek) ölürken tek bir köpeğin yaşamına verilen bu özen, yıllar sonra halen aynı numaralar ile seyirciye duygu sömürüsü yapmayı amaçlayan Emmerich'e bir mesajım var: ÖLDÜR ARTIK ŞU KÖPEĞİ!!!
2012 hakkında aslında yazılacak veya incelenecek fazla bir şey yok. Eğer tek istediğiniz muazzam özel efektler arasında dünyanın yerle bir olduğunu görmek ise, film beklentilerinizi yerine getirmekle kalmayacak, bu beklentileri aşmakla da kalmayacak, yepyeni beklentiler yaratacaktır. 2012'yi izledikten sona diğer felaket filmlerindeki ulusal anıt yıkımları çocuk filmi gibi görünecektir.
Felaketlerini sarmalayan hikayenin, karakterlerin ve özellikle diyalogların ne kaday yavan olduğunu bilen Emmerich, filmini en azından yetenekli oyuncularla sarıyor. John Cusack, Amanda Peet, Chiwetel Ejiofor, Thandie Newton, Woodie Harrelson ve yaşlı bir Obama modunda Danny Glover, gülünesi melodramatik repliklere biraz insanlık ve gerçekçilik katmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
2012, türün sevenleri için çıtayı bir kaç adım daha yükseğe çıkarıyor. Sinemasından biraz olsun yenilik ve yaratıcılık bekleyen seyirci için ise farklı bir resim yok önümüzde. Sadece süresi daha uzatılmış ve felaket sayısı ikiye, üçe katlanmış bir Kurtuluş Günü var. En azından köpek severler sevinecek.