Hesabım
    Kıyamet Melekleri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Kıyamet Melekleri

    Kıyamet Melekleri

    Yazar: Orkan Şancı

    Sanatçıyı harekete geçiren nedir? Bence bu sorunun yanıtı, duygu olmalı. Bir duygunun peşinden gitmeli, o uzaklaşsa bile peşini bırakmamalı. Duyguyu anlatmak için ne gerekir? Bence bu sorunun yanıtı fikir olmalı. Fikir nedir peki? "İnsanoğluna kızan Tanrı, meleklerini dünyaya gönderir". Evet, bu bir çıkış noktası ama ya fikir? Fikir diyebilmemiz için "nasıl" sorusuna yanıt vermek gerekmez mi? Verilecek yanıt, örneğimiz sinema ise sinema izleyicisini tatmin etmek zorunda değil mi? Seyircinin karşısına ne doğru sorularla ne de doğru yanıtlarla çıkarak iyi film yapmak mümkün mü?

    Kıyamet Melekleri (Legion), bu dertten müzdarip. Melekler dünyaya iniyorlar belki; ama yanlarında "nasıl" sorusuna yanıt almayı unutmuş görünüyorlar. Eğer 100 dakikalık bu denemeye sonuna kadar dayanabilecek sabıra sahipseniz, ortaya çıkan acı tabloyu rahatlıkla test edebilirsiniz.

    Yönetmen Scott Stewart, aynı zamanda filmin senaristlerinden biri. Karayip Korsanları, Demir Adam ve son John Woo harikası Kızıl Uçurumu da barındıran; hayli gösterişli bir özel efekt kariyerine sahip. Oysa bu filmde, en iyi yaptığı şeyi, yani özel efektleri bile etkileyici kılamıyor. Faturayı kısa yoldan keselim en iyisi: bu filmde bırakın efekti, "özel" olan hiçbir şey yok.

    Fikir olduğu iddia edilen cümleden hareketle Tanrı, ademoğluna çok sinirleniyor, geçmişte Tufan ile yaptığını bu kez farklı yoldan uyguluyor. İnsanların üzerine "insan suretli şeytanlardan" oluşan gazabını yolluyor. Filmde mantık denen hadise tamamen devre dışı olduğundan, "doğru soruları bari biz soralım" bile diyemiyoruz. Tek bir dükkanda kapana kısılmış kahramanlarımızın neden bu kadar özel olduklarını anlayamasak da, kendi kendimize sormaktan çekiniyoruz.

    Tanrı'nın unuttuğu yol üzeri bir dükkanda Bob(Dennis Quaid), oğlu Jeep (Lucas Black) ve diğer ahaliyle tanışıyoruz. Derken içeriye yaşlı bir teyze giriyor. Az pişmiş et seven bu teyze birden Exorcist filminden fırlamış gibi hareket etmeye başlıyor. Ne olup bittiğini, Michael (Paul Bettany) adında garip bir adamın hikayeye dahil olmasıyla anlamaya başlıyoruz. Aslında anladığımız, kötü bir film seyretmekte olduğumuz..

    Neden bu kadar kötü peki? Bir fikre sahip olmaması, bir filmi kötü yapmaya yeter mi? Bence bu sorunun yanıtı, hayır. Çoğu zaman, ortalıkta fikir namına birşeye rastlamasak da bizi saran, kimi zaman eğlendirici, kimi zaman düşündürücü filmler izlemişizdir. Bu filmi kötü yapan, yalan söylemesi; bir fikre sahip olmamasına rağmen aksini iddia etmesi. İddialı afişleri, fragmanlarıyla Kıyamet Melekleri, olduğunu iddia ettiği herşeyin tam tersi. Michael ve fikir ayrılığına düştüğü diğer melek Gabriel (Kevin Durand) arasındaki çekişmede bile çekici olmayı başaramıyor. Meleklerin dünyasını doğru dürüst çizemediği gibi, dinsel metinlere sığınmayı da beceremeyip büsbütün çirkinleşiyor.

    Dükkanda kapana kısılmış halde, üzerlerine gelen yaratıklara karşı koymaya çalışan kahramanlar demişken; inanın, andıklarımızın dışında ahalinin diğer kısmında bir numara yok. Ne bir yan öykü, ne ilgi çekici bir karakter. B filmlerindeki "kapana kısılmış" insanlar ne yapıyorsa onu yapıyorlar. Birbirleriyle didişiyorlar, yanlış tercihlerde bulunuyorlar, yaratıklara en baştan yem oluyorlar. Sadece oğul Jeep'in neden karşılık görmediği halde hamile bir kızı sevmekte bu kadar ısrarcı olduğu üzerinde durulabilir; ama Tanrı'nın unuttuğu bir yerde, bu soru da unutuluyor.

    Dennis Quaid'in her filminde olduğu gibi suratsız hali, oğlunu canlandıran Lucas Black'in The Fast and The Fuirous: Tokyo Driftteki başarısız oyunculuğunun aynısını tekrarlaması gibi seyirciyi sıkıntıdan sıkıntıya sürükleyecek unsurlardan söz etmiyoruz bile. Asıl şaşırtıcı olan, Paul Bettany gibi gerçekten yetenekli bir aktörün bu filmde ne aradığı.

    Başlığında bir U2 şarkısından alıntı yapsak da, Tanrının Melekleri, içinde "melek" geçen hiçbir şeyi hak etmiyor. Üstelik, çektirdiği eziyet yetmezmiş gibi, "devam" filmine göz kırpma cüretini de gösteriyor.

    Bu yazıyı bambaşka bir filmden söz ederek bitirmek istiyorum. Seyirciye zerre kadar saygısı olmayan bir filme verilecek yanıtlardan biri de bu sanırım. Üç önemli müzisyenin buluşmasını anlatan "It Might Get Loud".. Zeppelin'den Jimmy Page, U2'dan The Edge ve Stripes'dan Jack White. Üç gitar dahisinin teknolojiye, sanata ve yaratıcılığa yaklaşımındaki farklılıkları anlatan bu belgeseli kaçırmamalısınız. Zira "sanat ve yaratıcılık" üzerine konuşurlarken kendinizi "devasa bütçelerin, ileri teknolojilerin ille de gerekli olup olmadığı" sorusunu yanıtlamaya çalışırken bulabilirsiniz.

    Sanatçıyı harekete geçiren nedir? Bence bu sorunun yanıtını "It Might Get Loud"da bulacaksınız.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top