Teldeki Adam
Yazar: Murat ÖzerHerhangi bir belgesel çekmenin, sinema sanatının gerçeklerin yakasına yapıştığı bu formu icra etmenin zorluklarını birer birer saymaya gerek yok. Hepinizin bunları az çok bildiğini de varsayarak, "Teldeki Adam"ın bu durumu farklılaştırıp çeşitlendirirken ortaya çıkardığı enerjinin geçirdiği aşamaları 'özel' bir platforma, belki de gökyüzüne doğru uzatılmış ince bir tele yerleştirmek kaçınılmaz oluyor bizim için. Alabildiğine zorlu bir çabanın meyvelerini alırken yaşanan tatminin yansımalarını bire bir görüyoruz bu 'farklı' belgeselde.
1974 yılıyla bugün arasında bir köprü kuruyor "Teldeki Adam". Şimdilerde yerinde yeller esen New York'un ve 'Amerikan rüyası'nın simgelerinden İkiz Kuleler'in arasına çektiği telin üzerinde yürüyerek tarih yazan Fransız ip cambazı Philippe Petit'nin 'akla zarar' azminin peşine takılıyoruz filmde. Dostlarından oluşturduğu ekibiyle birlikte banka soygunlarını andıran ayrıntılı bir plan yapan adamımız, olabilecek her türlü aksiliğin gerçekleşmesine karşın, olanaksız gibi görünen bir düşü hayata geçirmenin motivasyonuyla bu planın bir şekilde işlemesini sağlıyor ve 'mutlu son'un sağladığı şöhretin tadını çıkarırken, bir yandan da kahramandan anti-kahramana dönüşümünün ipuçlarını veriyor.
Kurmaca lezzeti de veren bu çarpıcı belgesel, gerçek görüntülerle canlandırmaların iç içe geçirildiği bir biçemi takip ediyor ve bundan farkını her anında hissettiren bir bütüne ulaşıyor. Philippe Petit'nin daha inşaat aşamasındayken gönül verdiği ve bir 'saplantı' haline getirdiği İkiz Kuleler'le kurduğu bağın ardında savrulup dururken, onun kelimelerle ifade edilmeyecek tutkusunu da paylaşıyoruz bu filmi izleme sürecinde. 'Olanaksızı başarmak' gibi bir insanı tatmin edebilecek en üst noktaya ulaşan Petit, olanları anlatırken 35 yıl öncesini yeniden yaşıyor adeta, aynı heyecanı bir kez daha tüm bedeniyle hissediyor. Hâl böyle olunca, bize de onun yaşadığı heyecana şapka çıkarmak kalıyor.
Bir yandan da tam anlamıyla bir suç filmi "Teldeki Adam". İkiz Kuleler'in güvenliği hakkında da ipuçları barındıran bu suç filmi, "Ocean's" serisini andıran bir planın uygulamaya konulduğu 'tehlikeli' anlarıyla aksiyon da şırınga ediyor hikâyesine. Planın sekteye uğradığı zamanlarda yaşanan düş kırıklıkları, bu durumlara karşı bulunan doğaçlama çözümler ve uygulamada karşımıza çıkan 'inanmışlık' duygusu, filmle kurduğumuz bağı da güçlendiriyor, karakterler arasında bir yer edinmemize vesile oluyor.
11 Eylül saldırılarına uzanan yolda her an tökezleyebilecekmiş gibi duran İkiz Kuleler güvenliğinin defolarını da açığa çıkaran bu suç hamlesi, masumiyetiyle devasa binaları koruyor bir bakıma, sahipleniyor, yüceltiyor, anıtlaştırıyor. Philippe Petit'nin arkadaşlarıyla birlikte giriştiği 'eylem'le daha da anlamlanıyor İkiz Kuleler, Amerikan ideallerinin simgesi olma iddiası güçleniyor. Öte yandan Amerikalıların 'saflık'la (aptallık demek istemedik) şekillenen hayata bakışlarının yarattığı şaşkınlığı ve ardından gelen paronayayı da işaret etmekten geri durmuyor bu film. Kahraman yaratma geleneklerinin tutunduğu noktalardan hareketle Philippe Petit özelinde farklı bir 'süper kahraman' kazandıklarını da düşünüyorlar, ki şaşkınlık ve hayranlığın iç içe geçtiği bir ruh halinin yan etkisi gibi görünüyor bu durum.
İp cambazı Philippe Petit'nin bir sanatçı duyarlılığıyla düşünüp deneyimli bir hırsız becerisiyle hareket ettiği eyleminin finali tam bir sanat şaheseriyle baş başa bırakıyor bizleri. Onun İkiz Kuleler arasındaki telin üzerinde sergiledikleri, kusursuz bir resmin son fırça darbeleri gibi adeta. 'Özgürlükler ülkesi' iddiasındaki Amerika Birleşik Devletleri'nin simgelerinden birinin tepesinde özgürlük dersi veren (belki de Amerikalıların özgürlüğünü çalan) bu adam, gökyüzünde yürüyerek olanaksızı başarıyor ve hayatının kalan kısmını anlamlandıracak bir 'zirve'yi yaşıyor, yaşatıyor.
'En iyi uzun metrajlı belgesel' Oscar'ı dahil olmak üzere sayısız ödülle taçlandırılan ve belgesel türüne getirdiği farklı bakışla herkesi kendine hayran eden "Teldeki Adam", sonuç olarak hayatla ölüm arasındaki 'tarafsız bölge'de yürüyerek ilahlaşan bir adamın idealinin gerçekleşmesiyle yüzleştiriyor bizleri ve kendi hapishanelerimizde yaşarken özgürlük duygusunu tatmamıza vesile oluyor. Bu da az şey olmasa gerek!