Aşkım
Yazar: Mert YeniciFransız yazar Colette'in Birinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından 1920'de yazdığı ve dönemi içinde tartışmalı sayılabilecek romanı Chéri'nin Dangerous Liaisons (1988) ve Atonement (2007) ile edebi değeri yüksek romanları uyarlamak konusundaki başarısını kanıtlayan dönem filmlerinin senaristi Christopher Hampton tarafından sinemaya uyarlandığını duyunca ve ikinci kez Stephen Frears ve Michelle Pfieffer ile bir araya geldiğini görünce insan, karşısında çok daha iyi bir film bulacağını sanıyor. Ancak maalesef ki Frears'ın dönemi yansıtmadaki titizliğine rağmen Chéri ne yazık ki beklenenin çok azını verebiliyor izleyicisine. Frears filmografisi içinde bir hayal kırıklığı yaratmamakla birlikte kesinlikle harika bir film değil Chéri; hatta biraz ortalama bile kaçıyor diğer filmleri arasında.
Fransa'da 20. Yüzyılın ilk demlerinde "La Belle Epoque (Güzel Dönem)" adı verilen, şıklığın, ihtişamın, paranın ve dünyevi zevklerin, güzelliklerin öne çıktığı dönemde geçiyor Chéri. Üst sınıfların zevk ve sefa içinde yüzdükleri bu yaşam tarzı dejenerasyonu da beraberinde getiriyor haliyle. "Kadın"'ın, bir güç olarak ortaya çıktığı bu dönemde her biri güzellikleri ve zekâlarını kullanarak zengin erkeklerle birlikte olarak yalnızca geçimlerini sağlamakla kalmıyorlar, bunu yaşam tarzları haline de getiriyorlar. Dişilikleri sayesinde en güçlü ve zengin aristokratları bile parmaklarında oynatır hale geldikleri zaman mesleklerinin kavramsallaştığını bile söyleyebiliriz. (bkz: courtesan)
Bizim ana karakterimiz ise Michelle Pfieffer'ın son derece kontrollü bir performansla sunduğu Lea de Lonval. Kendisi yıllarca zengin adamlarla birlikte olarak kendine lüks bir yaşam kurmuş ve başka meslek icra etmeyi gerek görmemiş -zaten buna da ihtiyaç duymamış- bir kadın. Artık emekli olabilecek bir yaşa geldiğinde, devamlı ziyaret ettiği ve kendi mesleğinden olan Madame Peloux'un kızların etrafında dört döndüğü artık 19 yaşında genç bir adam olan oğlu Chéri'ye kaptırıyor kendini. İsmi gibi pek maskülen olmayan, naif bir duruşu olan Chéri ise aslında annesiyle birbirlerine uzak olmalarına rağmen onun gölgesinden de kurtulamadan büyümüş bir genç. Biraz ani başlayan ve 6 yıl sonrasına atlayıp halen devam ettiğini öğrendiğimiz ilişkileri, Madame Peloux'un torun arzusuyla bölünüyor. Chéri anlaşma karşılığı genç bir kızla evlendiriliyor. Lea'yı ilk defa o zaman gerçekten yalnız, yaşlanmış olarak buluyoruz. Daha önce kendisini kimseye kaptırmadığına inandırmasına rağmen bağlanacak kadar uzun süre birlikte olduğu Chéri arkasında derin izler bırakarak gidiyor.
Pfieffer da, o ana kadar izleyicisini çok fazla etkileyecek bir jest ve tavra imza atmamışken Lea'nın ilk defa gerçekten yalnız ve yaşlanmış olduğunu anladıktan sonra rol için neden doğru bir seçim olduğunu hatırlatıyor. Sesini, elini kolunu ve yüz ifadesini kontrol ediş biçimi, karakterinin ruh halini yansıtışı gerçekten başarılı olsa da film daha gösterime girmeden konuşulmaya başlanan "bu sene Pfieffer'ın yılı olur mu?" şeklindeki Oscar muhabbetinin biraz fazla abartılı olduğu kanısındayım. Yanlış anlaşılmasın Michelle Pfieffer'a tapıyorum ve sonunda Oscar'ı almasını çok isterim, fakat yine de ödül değil adaylık bile getirecek kadar döktürdüğünü, çok iz bırakan bir performans sergilediğini söyleyemeyeceğim ne yazık ki. Ayrıca filmin de beklentilerin altında çıkması ve muhtemelen kostüm, sanat tasarımı dışında herhangi bir adaylık alması mümkün olmadığı için şansı daha da az.
Bir de Chéri rolündeki Rupert Friend'in rol için uygun seçim olduğundan pek emin değilim. Tahmin ettiğim kadarıyla karakter kitapta "erkek güzeli" olarak tasvir ediliyor. Fazla maskülen olmayan narin vücut yapısı "erkek güzeli" tanımına uyuyor olabilir, lakin Friend'in karesel ve donuk ifadeli yüz yapısı böyle bir role gitmiyor. Misal kendisini sarı kısa saçlarla "The Boy in the Striped Pyjamas" filminde Nazi Subayı rolünde izlerken bu tür bir rahatsızlık yaşamıyoruz, zira yüz hatları öyle bir role çok güzel uyum sağlıyor. Ayrıca romanın adının Chéri olması, insanda daha derin bir karakter izleyeceği beklentisi yaratıyor ister istemez ancak karakterin hakkını vererek yansıtıldığını söylemek zor. Bunun hem oyuncu Rupert Friend'in yanlış bir seçim olmasından, hem de Hampton'ın senaryosunun yetersizliğinden kaynaklandığı kanısındayım.
Yazıldığı dönem içerisinde değerlendirildiği zaman belki etkileyici, hatta olay yaratacak bir konusu olabilir Collette'nin Chéri romanlarının ancak günümüz ilişkileri baz alındığında böyle bir konunun pek bir masumane kalmasının yanı sıra, yaşlı kadın-genç erkek ilişkisinin izleyici veya okuyucuda ne denli bir etki bırakabileceği de tartışılır. Kısaca Fears, her ne kadar göz alıcı kostümler, harika bir sinematografi ve oyuncu yönetimi ortaya koymuş olursa olsun, Hampton'ın senaryosu ne kadar iyi adapte edilmiş olursa olsun, ortada bizi çok etkileyecek, aklımızı başımızdan alacak bir hikâye yok açıkçası. Bu da filmin en büyük handikabı zaten. Gönül isterdi Michelle Pfieffer'a ilk Oscar'ını kazandırabilecek sağlam bir yapım olsaydı Frears'ın Chéri'si ama umutlar yine başka bahara kaldı anlaşılan.