Taşıyıcı 3
Yazar: Orkan ŞancıFilm izlemekle o film hakkında yazı yazmak çok farklı. İlki, günlük koşuşturmaca içinde sinema etkinliğinden ne anladığınızla ilgili. Vakit geçirmek, gerçek dünyadan kopmak, hayatınıza farklı bir açıdan bakma fırsatı aramak için film izliyor olabilirsiniz. Eninde sonunda sizi sinema salonuna götüren ya da DVD çalarınızın Oynat tuşuna basmaya iten "merak"tır. Yazarın ise, etkinliği, perdede son yazıları gördüğünde başlar. İzlediğiniz filmi anlamaya çalışır, onu okura anlatma yollarını bulmaya çalışırsınız. "Hiç beğenmedim" ya da "çok beğendim" gibi iki uç sonuçtan birine varsanız bile, bunun nedenleri sıralayıp okuru ikna etmeniz gerekir.
Ben işim gereği Televizyon haberleriyle meşgulüm. Zamanımın büyük bölümünü alıyor doğrusu. Beyazperde için yazdığım kritiklerin sayısında da bu yüzden azalma var. Serdar dürtüklemese neredeyse film izleme etkinliğini unutacağım. Film dünyasına daldığımda ise, Türkiye'nin sorunlarından bir parça uzaklaşma fırsatı buluyorum. Çok kötü bir film bile olsa beni bu açıdan rahatlatıyor. Ama iş onunla kalsa iyi! Çok merak etmediğiniz, hatta ilgi alanınıza girmeyen bir film hakkında da yazmanız gerekebiliyor bazen. Bu bir yandan da beni kışkırtıyor. Bilgisayarın başına oturduğunuzda neler çıkarabileceğinizi "merak" ediyorsunuz.
Tablosunda ne gördüğünüzü soran bir ressam olsa karşınızda, bocalarsınız. Oysa eleştirileri, filmi yapanlar için değil seyirci için kaleme alıyoruz. Bunun hem rahatlatıcı hem de sorumluluğu gereği zorlayıcı yanı var. Yılın son eleştirisi olarak payıma düşen Transporter 3'ü yazarken hem olumlu hem de olumsuz bulduğum noktaları sıralayacağım size. Böylece en doğru kararı yine siz, yani seyirci verecektir.
Malum, sürekli "Fight Club", "Memento", "Eternal Sunshine Of The Spotless Mind" ya da "Insider" gibi (liste çok uzar) filmler çekilecek değil; arada, özellikle popüler sinemaya, ihtiyacı olan gişeyi/ilgiyi çekecek yapımlar da lazım. "Sadece" eğlence veya "sadece" heyecan vaat edenler. Ya da hayranı olduğunuz oyuncunun -aynı filmi yeniden çektiği şeklinde de yorumlanabilecek- "devam" filmleri.
Şu saptamayı yeri gelmişken yapalım. Aksiyon filmleri, popüler sinemanın olmazsa olmazı. Arada çıkan başyapıtlar, doğası gereği "arada bir" çıktığından, orta karar filmlere sektörün devamlılığı açısından muhakkak ihtiyaç var. Gelin görün ki, hep vurgu yaptığımız, hani şu "orijinal hikaye" bulma sıkıntısı, aksiyon türünü de sarmalamış vaziyette. O yüzden tür ayırmaksızın A sınıfı oyuncuları bugünlerde sürekli "remake" yapımlarda izliyoruz. Aynı hikayeleri, günümüzün ünlü simaları anlatıyor bize. Ama örnekse; "King Kong"u ilerleyen teknolojiyle daha gerçekçi yapmak, orijinal filmin tadını veremiyor.
Ne diyorduk, ha evet, "Transporter 3". Kendisi bir aksiyon türü örneği, evet bir devam filmi, evet başrolde yine aynı yıldız, Jason Statham... Yıldız demişken, bu adamdan yeni Bruce Willis yaratma çabası ne zaman sona erecek merakla bekliyoruz. Olmuyor işte.
Çok tutan filmlerin devamının çekilmesini de "öykü" yokluğundan kanıksadık aslına bakarsanız. TV dizisi çeker gibi, her seferinde "acaba kahramanımızı bu kez nasıl bir macera bekliyor"u vaat eden filmlerle meşgul oluyoruz. Ama hakkını yemeyelim, Statham'ın büyük bir özbenlik katkısıyla canlandırdığını düşündüğümüz Frank Martin nam-ı diğer "taşıyıcı", bu kez seriye yenilikler(!) getiriyor. Taşıdığı kargonun ne olduğunu bu kez merak ediyor, üstelik bu "kargo" ile yakınlık kuruyor. Martin'in arabasını günbatımına park edip yanındaki Ukraynalı arzu nesnesi ile sarmaş dolaş hali, şahsen beni epey şaşırttı..Transporter 3"ta ilk filmin heyecanı, aksiyon sahnelerinin bolluğu da yok. Yenilikse bu da yenilik! Dolayısıyla TV dizisi mantığından hareketle, serinin zayıf bir bölümü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
İyi şeylere bakalım bir de. Otomobillerin otoyolda kapışması, Statham'in tehlikeli sahnelerde dublör kullanmaması, Prison Break'ten tanıdığımız Robert Knepper'in filmin ortalamasının hayli üzerinde "kötü adam" performansı sayılabilir. Ha bir de Martin'in kurşun geçirmez arabasının camını bir tekmeyle tuz buz etmesi var, enteresan.
Yönetmene ise laf yok. Ödüllü kısa filmci Olivier Megaton'un pekala son Bond filminin yönetmeni olabileceğini söyleyebiliriz. Hatırlayın "Quantum Of Solace"te, seri boyunca ilk kez bir aksiyon sahnesinde Bond'un kaybolduğuna hüzünlenerek tanıklık etmiştik. Oysa Megaton, en azından dövüş sahnesi ya da araba kovalamaca sahnesi nasıl çekilir, bunları bildiğini gösteriyor. Hem de hızlı kurguya rağmen kimin nerede olduğunu kaybetmeden.
Filmimiz bu haliyle (yani bir öyküsü yokken) ne kadar iyi olabilecekse o kadar iyi. Yönetmeni, (kaçınılmaz) başrol oyuncusu ve kötü adamı sayesinde benzerlerinden, hani şu "vasat" dediğimiz aksiyonlardan bir adım önde görünüyor. Ancak Transporter 3, yine de ilk iki filmi beğenenlerin zayıf olarak değerlendireceği, aksiyon film severlerin ise çabucak unutacağı bir yapım gibi geldi bize.
Yazar, yazısının sonuna geldi. Aklındaki soru şu: "Bu yazıyı okuyan seyirci ne anlamalı?". Yönlendirmeler isabetli oldu mu? Acaba filmleri 10 üzerinden not ya da yıldız sistemiyle değerlendirsek daha mı kolay olur? Yoksa seyircinin filmi izleyip vereceği notu veya yıldızı önceden tahmin etmeye çalışmak, yani şimdi yapmaya çalıştığımız daha mı heyecan verici?
Film izleme ve hakkında yazma etkinliği sona erdi. Bundan sonrası seyirciye ait. Yazar diğer işine, haber bültenlerine geri dönüyor şimdi. Acaba Küresel Mali Kriz bugün kaç çalışanı işinden "teğet geçti". Acaba Hükümet üyeleri bugün hangi ilginç açıklamaları yaptı? Acaba ışık saçmayan "aydın"lar bugün kimden özür diledi? Yazar, kendisini bu konulardan uzaklaştıracak bir film çıkana kadar size iyi seneler diliyor...
*Klasik Sinekritik yazılarından çok farklı değil mi? Yılda bir kez, yılbaşı haftası, Beyazperde eleştirmenleri klasik eleştiri mantığından uzaklaşıyor. Uçuş serbestliği bizzat editör tarafından desteklenmiştir!