Hesabım
    Max Payne
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Max Payne

    Max Payne

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    Popüler bilgisayar oyunlarından uyarlanan filmleri eleştirmek zor iş. Her geçen yıl daha da görmezden gelinmesi imkansız milyarları kazanan, PC'lerimizi (MAC'lerimizi de derdim ama kimi kandırıyoruz?) ve konsollarımızı meşgul eden oyunlar ile sinema dünyası apayrı iki yaratık. Sinemanın amacı ilgi çekici ve eğlendirici hikayesi, oyunculuğu ve teknik başarısı ile pasif konumdaki seyircinin iki saat boyunca dikkatini ayakta tutabilmek. Bilgisayar oyunlarının amacı ise ince ve iki boyutlu hikayesini uzun ve zor levellere geçiş yapabilmek için bahane olarak kullanıp oyuncusunu olabildiğince aktif bir konumda tutmak.

    Oyun dünyasında cutscene denilen, iki leveli birbirine bağlayan kısa hikaye sahnelerinin kaçı oyuncuların aklında yer edinmiştir? Oyunseverler en beğendikleri oyunun hangi levelini hangi hareketle bitirdiklerini şefkatle anar, aynen sinemaseverlerin en sevdikleri filmlerin en bayıldıkları sahnelerini ezbere hatırladıkları gibi. Aktif olması gereken bir ortamı pasif alana taşıdığımızda bu aykırı deneyin neden en temel anlamıyla işe yaramadığını anlamak için fizik profesörü olmak gerekmiyor. İşin kısası: Pasif ≠ Aktif.

    Bir sürü bilgisayar oyunundan uyarlanmış filmlerin en büyük iki problemi, klişe dolu ve sıkıcı cutsceneleri ESC tuşuyla geçemememiz ve en önemlisi gamepadi ele alıp karakterleri kontrol edemememiz. Yani beynimiz aktif bir deneyimin parçası olacağımızı beklemesine rağmen o anın hiç bir zaman gelmemesi ve bilgisayar oyunlarının tam tersine %90 cutscene izleyip %10 oyunun levellerinden alınma aksiyon sahnelerine maruz kalmamız.

    Bu rahatsız edici durum özellikle oyunla haşır neşirsek daha da bariz. Doom filminin sonlarındaki uzun tekil şahıs kamera çekimi sırasında sinema koltuğumun etrafında bir gamepad bulamadığımda sinirlendiğimi hatırlıyorum. Yeni oyundan filme örneği Max Payne'in başlarında milimetre karesine kadar ilk oyunun karbon kopyası metro istasyonunu gördüğümde bir an Max'i kontrol edeceğime hazırlanmadım değil.

    Orjinal Max Payne oyunlarının hikayesi bir çok diğer bilgisayar oyunu gibi gayet basit ve beklendik. Vahşi suçlular tarafından ailesi öldürülen polis Max Payne, o suçluları öldürmek için şehri yerle bir eder. Yani gayet alışılagelmiş bir intikam hikayesi var karşımızda. Tabii ki özellikle 2001'de çıkan ilk oyunu özel kılan hikayesi değil, muazzam grafikleri, o zamanda görülmemiş nişan tekniği ve Matrix'le popülerleşen bullet-time efektini oyun dünyasına taşıması idi.

    Max Payne gibi kolay unutulur bir hikayenin sinemaya taşınması çok ta ilgi çekici bir fikir değil. Fakat bu oyunlar milyonlarca dolar para kazandıkça Hollywood'un bu para beygirinin sırtına körlemesine atlaması da pek şaşırtıcı değil. Lafın kısası oyunlar para kazandıkça oyundan filme uyarlamaların sonu gelmeyecek. Sinemaseverler olarak bu duruma ne kadar erken alışırsak o kadar iyi.

    Peki bu durumda Max Payne gibi bir örnek nasıl eleştirilmeli? İlk opsiyon filmi oyundan ayrı tutup kendi ayaklarında eleştirmek, yani türünü göze almadan sadece hikaye, oyunculuk ve yönetim bakımından ele almak. Bu açıdan tabii ki filmin utanmaz klişeleri, abartı görsellikleri ve gülünesi detaylarıyla dalga geçmemek mümkün değil. Gladyatör'den alıntı ailevi cennet görüntüleri, kahramanımıza çok önemli bir bilgiyi tam verecekken öldürülen eski ortak. Fragmanlarda ilgi çekici görünsün diye hikayeye sıkıştırılan ölüm meleği halisünasyonları. Fakir olduğu izlenimi verilen getto polis istasyonunda reklam yapmak için yerleştirilen 3000 dolarlık MacBook Air.

    Max Payne gibi bir oyun uyarlamasını eleştirirken bu ilk opsiyonu kullanmanın filmi eşit bir alanda ele almak ve çekirdek seyircisi için eleştirmek bakımından çok yararlı olmadığı kesin. Ayrıca ne zaman bu tür bir filmi mantık sınırları içinde eleştirip diğer daha başarılı aksiyon filmleriyle kıyaslasam, oyunun veya türün hayranları tarafından yollanan mesajlarda kaba ve elitist gibi hakaretlere maruz kalmaktan biraz sıkıldığımı da itiraf etmeliyim.

    Peki diğer opsiyon nedir? Tabii ki filmi sadece orijinal oyuna kıyasla incelemek ve diğer sinema örnekleriyle karşılaştırmamak. Çünkü bilgisayar oyunu filmlerinin kendi doğası yüzünden hikaye ve senaryo bakımından bazı beklentileri karşılaması imkansız. Bu yaklaşımla yola çıktığımızda sorulacak sorular şunlar:

    Film oyuna benziyor mu? Evet, yönetmen John Moore (Sinema tarihinin en gereksiz yeniden çekimlerinden The Omen), Max Payne'in karanlık çizgi roman görselliğini ve oyuna tipik film noir anlatımını koruyor. Marco Beltrami'nin müzikleri de oyunun ağır havasını aratmıyor. Çatışma sahneleri oyuna kıyasla nasıl? Fena değil. En az iki sahnede bullet-time efektini görüyoruz. Hatta çatışmalardan birinde oyunda bullet-time moduna girdiğimizde duyduğumuz kalp sesini duyuyoruz. Bu bakımdan en büyük problem neredeyse ilk saat boyunca hiç hatırda kalır bir çatışma sahnesi olmaması. Mekanlar oyunu hatırlatıyor mu? Evet, özellikle Max'in evi, metro istasyonu ve gökdelenin tepesindeki helikopter platformu oyunla birebir.

    Sonuçta bu iki çatışan bakış açısı bir araya geldiğinde ortada ne kalıyor? Tekrar bir sürü şikayet mesajına maruz kalmadan en basitinden şu yorumda bulunabilirim: May Payne, oyunun hayranlarını tatmin edecektir. Oyunla alakası olmayan basit aksiyon hayranlarına az çok eğlenceli bir kaç saat sunabilir, o kadar. Bu arada, benim için Max Payne, yılın en kötü filmlerinden biri.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top