Acı Bir Hayat Öyküsü
Yazar: Melis Zararsız80'lerin Harlem'indeyiz. 16 yaşında bir genç kızla birlikte hareket ediyoruz filmde. Precious isimli bu kız bizi hayatına tanık ediyor ve iç sesini dinliyoruz onun.
Push isimli romandan uyarlanmış olan film, ilk olarak Sundance film festivalinde gördüğü ilgiyle ismini duyurmuştu. Precious, Türkçe'ye biraz arabesk bir isimle, "Acı Bir Hayat Öyküsü" olarak çevrildi. Gerçekten de acı bir hayat öyküsüne tanık oluyoruz filmde, çünkü yazarın yarattığı karakter, Clarice Precious Jones, birden çok ötekilikle yüzleşmek zorunda kalan biri. Evet, filmde birden çok "ötekilik" konusu masaya yatırılıyor aslında.
Precious, siyah ve obez. Sadece bu özellikler bile, bir insanın psikolojisinin bozuk olması, toplum tarafından -maalesef- itilip kakılması, kendini ismiyle tezat oluşturacak şekilde değersiz hissetmesi, kabul ve saygı görmemesi, başarılı olamaması için yeterli sebeplerken, Precious'un asıl sorunu bunların hiçbiri değil. Precious, bebekliğinden itibaren sapık öz babası tarafından tecavüze uğramış bir genç kız. Sapık babasından daha anlaşılmaz ve kabul edilemez bir tablo sergileyen ise annesi. Evi terkeden kocası, kızına kendisinden daha çok "ilgi gösterdi" diye kızına düşman olan ve ona dünyayı dar eden, öz kızına maddi ve manevi şiddet ve baskı uygulayan bir anneden sözediyoruz.
Yazımın başında da belirttiğim gibi, filmi Precious'un yanından takip ediyoruz. Onunla birlikte, çektiği tüm sıkıntıları yaşıyoruz. Adeta o oluyoruz. İtiliyoruz, kakılıyoruz, alay ediliyoruz ve içimize kapanıyoruz. İçimize kapandıkça daha çok itilip kakılıyoruz ve bu bir döngü şeklinde devam ediyor. Yönetmenin özdeşleştirmedeki başarısının yanısıra, karakter analizi anlamında da epey uğraştığı belli. Psikolojik açıdan bastırılmış, yaşadıklarını adeta kabullenmeyen, isyan etmeyen, hakkını aramayan, saklayan bir Precious var karşımızda. Bunları yaşamayı zaten haketmiş gibi kabullenmiş hayatı Precious. Ne zaman ki, ona iyi davranan, ona insan olduğunu, değerli olduğunu hissettiren insanlarla biraraya geliyor, kendine geliyor Precious ve hakkını aradıkça buluyor. Aradıkça buluyor.
Hayalleri var Precious'un. Sahnelerde ünlü bir yıldız olmak, yakışıklı erkek arkadaşlara sahip olmak, zayıftan da öte zayıf olmak. Film bize, "film işte" dedirtmiyor. "Çok isteyin gerçek olsun" klişesiyle toz pembe bir dünya yaratmıyor. Ne zayıflıyor Precious, ne ünlü oluyor, ne bir konuda çok başarılı olduğunu keşfediyor, ne de çok yakışıklı bir erkek arkadaşa sahip oluyor. Bunlar sosyal gerçeklikler, zorluklar kalıcı, ama iyi hissetmek için bunlardan ötesi gerek zaten.
Görsel açıdan Precious'un hayallerinin verildiği sahneler, o renkli, pırıltılı anlar, filmin sert ve soğuk gerçekçiliğinin arasındaki tezatlığıyla çok başarılı olmuş. Senaryonun gidişatı ve iniş çıkışları da oldukça yerinde. Precious'un annesi rolünü üstlenen Monique, bu sene Oscar'da en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülüne layık görüldü. Oscar'da birçok adaylığa sahipti film ve bu açıdan Akademi'nin ciddi bir yapı değişikliği gösterdiğini düşünebiliriz. Daha demokratik bir şekilde oluşturulmuş adaylar vardı sanki bu yıl.
Precious rolünü hakkını vererek canlandıran 26 yaşındaki Gabourey Sidibe ise bir ödül alamadı ama bence gelecek vaadeden bir oyuncu kazanmış oldu beyazperde. Ağır bir tokat gibi, gerçek bir yaşam öyküsü gibi, sıkmayan bir belgesel gibi örülmüş bu filmi kaçırmamanızı tavsiye ederim.