Peki son kanı kim akıtacak?
Yazar: Fatih YürürBütün bu arbede, 1982 yılında dökülen ilk kan ile başladı. 80’ler sinemasal trendlerinin önemli bir kısmına yön veren ve “tek kişilik ordu” klişesini en başarılı biçimde beyaz perdeye taşıyan ilk Rambo güzellemesi ile başladı. Bugün sinema arenasında otuz yedinci yılını deviren Rambo: İlk Kan’ın dili; pek çoğumuzun etik kaşıntılarını coşturabilir fakat çocukluğunu 80’lerde yaşamış bizler için, kolektif hafızalara kazınan en önemli sinemasal figürlerden biridir kendisi ve kimi zaman bu türden derin günahlar bile affedilebilir.
David Morell’in kitabından beyaz perdeye uyarlanan ve yeşil bereli, kızıl düşmanı John Rambo, üçer yıllık aralıklarla 80’ler sinemasal fazını kapatmıştı. Serinin her yeni halkası ile birlikte irtifası yeterince düşmüş ve yapımcılar da enerjisini Rocky ve Rambo arasında üleştiren Stallone’un; Vietnam’ım bağrında başlayıp, Sovyetler iklimine uzanan yolcuğunun fişini çekme kararı almışlardı. Komünizme ve komünizmi çağrıştıran hemen hemen her şeye karşı kesin bir alerjisi olan John Rambo, nihayetinde hem izleyiciden hem de eleştirmenlerden yana yüzü gülmeyen son macerasının ardından akıllıca davranıp emekliye ayrıldı.
Gel gelelim 2000’li yılların ilk on yıllık dilimi yaklaşırken, beyazperdede keskin bir 80’ler ruh çağırma klişesi dönemi başladı. 90’lı yılları bir bakıma 80’lerde yakaladığı ivmenin gölgesinde geçiren Sylvester Stallone da, elindeki altın yumurtlayan tavukların şanına yaraşır bir geri dönüş planladı. Üstelik bütün bu yapımların hem senaryolarına imza atıp hem de yönetmen koltuğuna oturmak şartıyla! İlk dalga 2006 yılında vizyona giren Rocky 6 ile geldi. İzleyiciler tarafından hiç de fena karşılanmayan bu ilk hamlenin ardından, 2008 yılında daha sert, daha acımasız ve daha kanlı bir Rambo güzellemesiyle salonlarımızı ziyaret etti Stallone. Son olarak da 80’ler aksiyonunu kısmen de olsa günümüz trendleriyle dansa kaldırmayı başaran The Expendables serisine start vererek, kendi dans pistini epey şatafatlandırdı.
Zaman içerisinde yaşlı kurt, kameranın arkasını bir kere daha başka isimlere teslim ederek, kameranın önünü şenlendirmeye devam etti. Geçtiğimiz günlerde, karakterlerine hayat verdiği tüm serilerin remake projeleri için yeşil ışık yaktığını belirten Stallone, anlaşılan o ki 73 yaşını devirdiği şu günlerde bile, popüler sinema arenasına hareket katmaktan vazgeçmeyecekmiş gibi görünüyor!
Bütün kartlarını 11 yıl önce oynayıp tükettiğini düşündüğümüz John Rambo da, daha dingin fakat asaletinden pek de bir şey kaybetmemiş bir halde selamlıyor bizleri. Ununu eleyip, eleğini parçalamış olan Rambo, Arizona’da münzevi hayatı süren bir yaşlı kurt olarak çıkıyor karşımıza. Yılların getirdiği vakurluk sebebiyle sakin, eski günahlarının ağırlığını sırtında taşıyan fakat bütün bu dinginliğe rağmen her zaman savaşa hazır! Fakat kendisinin de belirttiği gibi, savaştığı düşman artık kafasının içerisinde, kendisi ile ruhu arasında çok kritik bir noktada. Ne için savaştığını unutana kadar da, zihnindeki çatışmasını sürdürecek.
Savaş sonrasında hemen hemen her şeyini yitiren John’un bağlandığı iki şey var: Maria ve bir nevi kendisini hami bellediği, babalık yaptığı Gabrielle… Gel gelelim Çiftlik evinde tutturulan bu düzen, Gabrielle’in “pek de hayırlı bir insan olmadığı üzerinde ısrarla durulan” babasının peşinden Meksika’nın tekinsiz sokaklarına gitmesi sebebiyle alt üst olur ve yaşlı kurt John Rambo, daha ne olduğunu bile anlamadan, kendisini bir intikam hikayesinin tam ortasında bulur.
Öykünün merkezinde her ne kadar 80’li yıllardaki Kızıl Korkusu bulunmasa da, bütün kirli işlerin döndüğü Meksika –tam da Trump’un sınır duvarı gerilimini tekrar tekrar hortlatmaktan pek bir zevk aldığı şu günlerde, coğrafyanın günah keçisi haline getiriliyor. Bu noktada ruhen 80’ler nostaljisi tam anlamıyla devreye girmese de bir zamanlar –özellikle 90’lı yıllarda Bruce Willis ve Mel Gibson gibi yıldızların o pek bilindik “kızıma dokunanların kökünü kazırım” klişesi burada da fazlasıyla mevcut. Bu klişeyi geçici bir süreliğine Liam Neeson’un elinden alıyor diyelim ve konu hızlıca kapansın…
Gel gelelim senarist Matthew Cirulnick’in muhtemelen güç aldığı nokta da tam olarak burası. Karşımızdaki öykü, sadece kronolojik olarak devreye sokacağı klişeler sayesinde değerleniyor zaten. Çok farklı bir formülün peşinden koşanlara hitap edecek bir öykü yok burada! Kafası attığı ve duygusal limitleri zorlandığı için, her türden pisliğin altına parmak izini bırakmış olan kalabalık bir kartel güruhundan intikam alan bir yaşlı kurt efsanesi izlemek istiyorsanız kesinlikle doğru adrestesiniz!
Ortalama bir Yeşilçam melodramından hallice olduğu için özellikle bu coğrafyanın 30-40 yaş üzeri izleyicisine farklı türden bir nostalji yaşatacağına şüphe yok! Nefesi yettiğince politik doğruculuğa hak veriyormuş gibi yapan bütün bu dingin trafiğin ardından; kendine has yöntemlerle kartelleri haklayan Rambo’nun ince ince işleyerek kurduğu oyuncaklı düzenekleriyle yarattığı şiddet senfonisini izlemek adına bile sağlam bir krediyi hak ediyor orası kesin! Yine de bu fazlasıyla aşina olunan kronolojinin canınızı sıkması da pekala muhtemel.
Başrolde Mel Gibson’un yer aldığı Get the Gringo ile birlikte yönetmen koltuğundaki ilk deneyimini yaşayan Adrian Grunberg, yardımcı yönetmen kontenjanını doldurduğu Narcos dizisinden, imaj açısından pek çok şey toparlamış. 73 yaşındaki Stallone’un aksiyon namına harcadığı efor ile bu birleşim ilginç bir kimya yakalamış gibi dursa da, zaman zaman ortaokul müsameresinden fırlamış gibi görünen diyaloglar ve karakterlerin kimi zaman tıpkı bir rüyadaymış gibi verdikleri ilginç duygusal tepkiler zaten inandırıcılık gibi bir kaygıya sahip olmayan öyküyü kimi zaman bizlerden bir merhale uzaklaştırıyor. Gariptir ki, Rambo; tıpkı ana karakterin kendisi gibi, öncül yapımların günahlarını sırtında taşımasına rağmen, kendisini fazlasıyla ciddiye alan bir yapım ki; Rambo serisinden tamamen bağımsız bir yapım olarak karşımıza çıkmış olsaydı da garipsemezdik.
Sadede gelecek olursak; son yıllarda karşımıza çıkabilecek en sürprizsiz yapımlardan biri Rambo: Son Kan… İzleyici için fazla bir şey vadetmiyor ama vadettiğini de layıkıyla yerine getiriyor. Bütün niteliğinden bağımsız olarak düşününce, Stallone’u son defa John Rambo suretinde görmek sizler için tek başına yeteri kadar çekici gelmiyorsa şayet, her zaman risk havuzuna düşüp ıslanma ihtimaliniz de bulunuyor.