Zindan Adası
Yazar: Murat Tolga ŞenArtık nefes almayı bile unutturacak bir tempoda yaşıyoruz. Sinemada gördüklerimizin çoğu, popüler tüketimin ve seyircinin içgüdüsel isteklerine göre şekillenen, hepsi aynı banttan çıkmışçasına hızlı ama sıkıcı işler. Yönetmenlik ise set amirliğinden daha fazlası değil! Kabaca tasvir ettiğim bu iklimde, gerçek bir "yönetmen" elinden çıkmış bir "başyapıt"la karşılaştığımda ise hem şaşırıyor hem de sinemanın geleceği üzerine ümitlerimi muhafaza ediyorum. Bu seferki sebebim, "yönetmen sineması"nın önemli temsilcilerinden biri olan ve ilerleyen yaşına rağmen sinemasal yeteneklerini geliştirmeye devam eden Martin Scorsese'in "Zindan Adası" ile yine hep hatırlanacak bir sinema işine imza atması oldu.
Dennis Lehane'in 2003 yılında yayınlanan aynı adlı romanından uyarlanan film aslında oldukça klişe bir öyküye sahip; Esaslı dedektif Teddy Daniels ve ortağı Chuck Aule, tehlikeli bir akıl hastasının gizemli ortadan kaybolma öyküsünü açıklığa kavuşturmak için, kaçmanın tamamen imkânsız olduğu izole bir adada kurulu, alternatif tedavilerin denendiği bir akıl hastanesine gelirler. Fırtına yaklaşmakta, işler karışmaktadır.
Bu kısa tanıtımdan da anlaşılacağı üzere, 50'lerin kara filmleri ile gotik gerilimlerinin atmosferini birleştiren, meraklısının ağzının sularını akıtmakla birlikte aslında çok bilindik bir öykü bu. Ama başladığı andan itibaren trajik ve sürprizi bol bir bir şekilde ilerleyen filmi izleyeceklerin, basit bir "olayları çözen yetenekli dedektif" öyküsünden çok daha fazlasına ve son zamanların en kafa karıştırıcı finaline hazır olması gerekiyor.
"Gangs of New York"dan beri alıştığımız üzere, eğer bir Scorsese filmi için sinemaya gidiyorsak Leonardo DiCaprio'yu da izleyeceğiz demektir. Bu ortaklığın her zaman işe yaradığını söyleyemem. DiCaprio, inişli çıkışlı oyunculuğuyla girift karakterleri canlandırmakta epey başarılı ama bir oyuncunun laneti sayılabilecek kadar da "bebek yüzlü" bir aktör. Neyse ki bu defa korkulan olmadı da, yönetmen, hikâye, oyuncu ve mekânın kusursuz uyumundan ve etkileşiminden beslenen başarılı bir işle karşılaştık.
DiCaprio'nun samimi bir oyunculukla müthiş bir "Teddy Daniels" karakteri yarattığı filmde, usta oyuncu Ben Kingsley de, neden Oscar sahibi bir oyuncu olduğunu ispatlayan bir performansla, unutulmaz bir "Dr. Cawley" oluyor. Fakat filmde bir oyuncu daha var ki hemen her sahnede rol çalıyor... Peddock adası, Whittenton kayalıkları, Wilson dağı gibi gerçek mekanlarda yapılan çekimler ve bir miktar dijital efekt desteğiyle yaratılan "Zindan adası" başlı başına bir karakter. "Seven"dan beri böylesine ustaca bir hikaye ve mekan etkileşimine tanık olmamıştım. Bu başarıda en büyük pay, filmin görüntü yönetmenliğini yapan ve daha önce "Kill Bill", "Inglourious Basterds" gibi önemli filmlerde çalışmış olan Robert Richardson'a ait...
Hikayenin ruhuna çok uygun düşen, gerilimi ve trajediyi arttırmak konusunda epey destek veren müzik çalışmasını da, yer yer abartılı kullanımına rağmen (ki bu da aslında kara film geleneğine uygun bir müzik kullanımı idi) oldukça etkileyici buldum.
Spoiler vermeden kendisinden bahsetmenin epey zor olduğu filmi, eski usul gizem filmlerinden ve yönetmen sinemasından hoşlanan tüm sinemaseverler mutlaka görmeli ve mümkünse bunu filmin sürprizlerini yumurtlayan bir yazı ya da dostla karşılaşmadan önce yapmalı. "Zindan Adası" sadece 2010'unun değil, Martin Scorsese ustanın da en iyi filmlerinden biri... Gösterim esnasında tam arkamda oturan genç izleyici grubunun başlarda epey sıkıldığını fakat derinleşen hikaye ve yükselen gizemle birlikte pür dikkat kesilip nihayet memnun bir şekilde salondan ayrıldıklarını da gözlemlerime eklemek isterim.