Senaryosunu da yazan usta sinemacı Michael Haneke'nin yönetmen koltuğunda oturduğu “Das weiße Band - Eine deutsche Kindergeschichte / The White Ribbon”, Lars von Trier, Pedro Almodóvar, Gaspar Noé, Quentin Tarantino, Ken Loach, Ang Lee ve Chan-wook Park gibi önemli rakiplere rağmen aralarından sıyrılarak başta "Palme d'Or / Altın Palmiye" olmak üzere 2009 yılının Cannes Film Festivalinde toplam dört ödüle birden el koyan "siyah - beyaz" olarak çekilmiş bir drama olarak çıkıyor karşımıza...
Gelin isterseniz lafı daha fazla uzatmadan; bir yandan Haneke'nin ciddi mesajlar da vermek suretiyle, kimsecikler de gördüğü ve bildiği halde derin bir sessizliğe gömülerek ağzını açmadığı için gizli kalmış olan "çocuk tacizinden enseste, zinadan emek sömürüsüne" ve bütün bunların "dini bütün" bir kurgusal Alman köyünde tam da Birinci Dünya Savaşı arifesindeki bir atmosferde anlattıklarına odaklanırken diğer yandan da ana karakterleri tanımış olalım...
Ama her ne kadar bu sadece çaktırmadan yapılan bir ima olsa da filmi henüz izlememiş olanları, Hitler faşizmine kadar uzanacak olan bu "toplumsal çürümüşlük" hali için önceden uyaralım...
Zira emin olun burnunuza tanıdık da bulabileceğiniz çok kötü kokular gelecek...
Olaylar, köyün neredeyse yarısından fazlasının iş vereni olan Baron Armin'in (Ulrich Tukur) malikanesinden evine dönmekte olan Doktor'un (Rainer Bock) atının tam bahçeye girerken, iki ağaç arasına gerilmiş tele takılarak düştüğü bir kaza ile başlar...
Evlerinin penceresinden bunu gören doktorun kızı (Roxane Duran) hemen dışarı fırlar...
Fena yaralanan doktorun 30 km uzaklıktaki hastaneye sevki gerekmekte olup bunun için önce komşularını, o da bölge yöneticisini haberdar etmiştir...
Kırk yaşlarındaki köyün Ebesi de (Susanne Lothar) olan bu dul komşu, doktorun karısının doğum esnasında ölmesinin ardından, hem doktorun kendisine hem de onun iki çocuğuna göz kulak olmuştur...
Şimdi de kendi "zihinsel engelli" çocuğu Karli'yi (Eddy Grahl) almak üzere okula gitmektedir...
Doktorun on dört yaşındaki kızı Anna ve dört yaşındaki oğlu Rudolph (Miljan Châtelain), köprücük kemiği boynuna saplanmış olan babaları için çok endişelidirler...
Köyün erkekleri de kazaya yol açan teli oraya kimin gerdiğini merak etmektedirler...
Bu arada Barones Marie-Louise (Ursina Lardi) piyanosunu çalarken oğlu Sigmund'ın (Fion Mutert) eğitmeni Huber'de (Michael Kranz) kendisine flüt ile eşlik etmektedir...
Papaz (Burghart Klaußner) ise karısının da (Steffi Kühnert) bulunduğu bir ortamda, çocukları açlık ve sopa ile terbiye ederek cezalandıracağını ve artık kollarına yeniden masumiyet sembolü olan "beyaz kurdelelerini" takacaklarını, aralarında Klara (Maria Dragus) ile Martin'in de (Leonard Proxauf) bulunduğu kendi öz çocuklarının yüzüne karşı söylemektedir...
Yalnız herkesin, kimin taktığını merak ettiği tel, bu kez de tespit edilemeyen birileri tarafından sökülerek yerinden çıkartılmıştır...
Derken...
Doktorun başına gelen kazanın sonrasında, bunu unutturacak daha trajik bir şey daha olur köyde...
Ne mi?
Dar gelirli bir çiftçinin (Branko Samarovski) karısı, çalışmakta olduğu Barona ait kereste fabrikasındaki bir iş kazasında hayatını kaybeder...
Filmin anlatıcısı da (narrator) (yaşlanmış hali ile seslendiren Ernst Jacobi) olan Okul Öğretmeni (Christian Friedel), Martin ile yaşadığı garip karşılaşma sonrasında evine dönerken malikanenin on yedi yaşındaki yeni dadısı Eva (Leonie Benesch) ile de tanışır...
Ama biz yeniden iki kardeşin yemekte ölümü sorguladıkları doktorun evine dönelim...
Ve bir gün kendisinin de öleceğini öğrenen Rudolph, bundan hiç memnun kalmaz...
Neyse...
Bu iki kaza sonrasında köyde hayat yeniden normale dönmüş olup hasat zamanı Okul Öğretmeni, Eva'yı bir kez daha görebilme umuduyla kahya Georg'dan (Enno Trebs) gelen sekreteri olma teklifini kabul etmiştir...
Sırada Baron ve Baronesin verdikleri hasat festivali ziyafeti var...
Fakat aynı anda annesinin ölümünden malikaneyi sorumlu tutan Max Felder (Sebastian Hülk), Baronesin lahanalarını parçalamaktadır...
Unutmadan Eva ile döne döne dans etmekte olan ve onunla evlenmeyi kafasına koymuş olan Okul Öğretmeninin keyfine de diyecek yoktur...
Bütün bunlar olup biterken aynı esnada Baron ile Baronesin oğulları Sigmund sırra kadem basmıştır...
Ancak çok geçmez ve kereste fabrikasında ayaklarından baş aşağı asılmış ve yürüyemeyecek kadar kötü dövülmüş bir vaziyette bulunur...
Ertesi Pazar, Papazın izni ile ayin sonrası bir konuşma yapan Baron köy halkından, doktoru ve oğlunu yaralayanları bulması hususunda kendisine yardımcı olmalarını ister...
İster istemesine de bu konuşma köylüleri fazlasıyla ürkütür...
Aynı zamanda Sigmund'ın başına gelenlerden sorumlu tutulan Eva ile Huber, malikaneden kovulmuşlardır...
Ki bunu, kovulur kovulmaz ağlayarak soluğu Okul Öğretmeninin yanında alan Eva'nın kendisinden öğreniyoruz...
Aynen bir kolu askıda olan doktorun da taburcu olarak evine döndüğünü öğrendiğimiz gibi...
Dakika 57...
Şimdilik yanıtına ulaşamadığımız üç soru mevcut...
Doktoru kim veya kimler düşürdü?
Bu bir...
Sigmund'u asan ve döven kimlerdi?
Bu da iki...
Elbette üçüncüsü de Okul Öğretmeni ile Eva'nın evlenip evlenemeyeceği...
Hepsi bu mu?
Olur mu hiç...
Geride ağzınız açık izleyeceğiniz daha neler var neler...
Görüntü yönetmeni Christian Berger'in kamerası ile tespit ettiği, çocuklar dahil kadrodaki bütün oyuncuların "göz kamaştıran" bir performans sergiledikleri bu "arşivlik" sinema şölenini kaçırmamanızı öneririz...
Keyifli seyirler,