Amelia
Yazar: Ayşegül KesirliAtlas Okyanusu’nu uçakla tek başına geçen ilk kadın pilot Amelia Earhart'ın hayat hikayesini anlatan Amelia, kendisine tanınan olanaklarla iyi bir film olmayı rahatlıkla başarabilir aslında. Salaam Bombay! (1988), Muson Düğünü (2001) ve Gurur Dünyası (2004) gibi çalışmalarıyla tanınan ödüllü sinemacı Mira Nair'in yönetmenliğini üstlendiği film, Hilary Swank, Richard Gere, Ewan McGregor ve Christopher Eccleston'dan kurulu oyuncu kadrosuyla göz dolduruyor. İsimleri Oscar heykelciği ile beraber anılan senaryo yazarları Ronald Bass ve Anna Hamilton Phelan'ın kaleminden çıkan Amelia'da, başarılı görüntü yönetmeni Stuart Dryburgh'ın da imzası bulunuyor. Bütün bu özelliklerin yanına filmin 40 milyon dolarlık bütçesi eklendiğinde ise, Amelia'nın içine doğduğu ortamın kendisine ne gibi imkanlar sunduğu açıkça görülebiliyor. Ancak ne yazık ki, Mira Nair'in yeni filmi bu imkanlardan faydalanıp, başarılı bir yapıma dönüşemiyor. Bu durumun başlıca sebebi ise filmin başkarakterini yeterince iyi özümseyememesi ya da bilinçli olarak özümsememeyi tercih etmesi bana kalırsa.
1930'lu yılların en ilham verici karakterlerinden biri olan Amelia Earhart, ilgi çekici, tutkulu, enerjik ve heyecan verici bir yapıya sahip. Dolayısıyla, Amelia'nın gidişatının da başkarakterinin içinde taşıdığı heyecanı ve tutkuyu izleyiciye aktarabilmesi oldukça önemli. Fakat film, gidişatı süresince başkarakterinin coşkulu ruh halini kasten bastırmaya çalışırcasına, izleyenlere, pastel renklerle bezenmiş, düşük ritimli ve durağan bir dünya sunuyor. Amelia Earhart'ın hikayesinin kesik kesik ve yüzeysel bir biçimde anlatıldığı bu dünya içerisinde, başkarakterin iç dünyası, duygusal çalkantıları ve diğer karakterlerle olan ilişkileri neredeyse sansürlenmişçesine izleyicilerin erişemeyecekleri mesafeli bir noktaya yerleştiriliyor. Bu şartlar altında tüm ilham verici özelliğini kaybeden Amelia Earhart'ın kadın hareketi içerisindeki aktif rolü, genç kadınlara aşıladığı başkaldırma gücü ve özgürlükçü yapısı da kaybolup, gidiyor.
Filmin başrolünde yer alan Hilary Swank'ın tutuk performansının da filmin çuvallamasındaki payı büyük. Erkeksi yüz hatları ve vücut yapısıyla, saçları kısacık kesilmiş Hilary Swank'ın Amelia Earhart'ın gerçek haline fazlasıyla benzediğini itiraf etmek gerek. Ancak bunun haricinde Hilary Swank'ın Amelia Earhart'a kattığı fazla da bir şey yok. Swank, film boyunca canlandırdığı karakterin havacılık tutkusunu ve özgür olma isteğini yeterince özümseyememişçesine, donuk ve mesafeli bakışlarla etrafı süzüyor. Kendisinden beklenenin çok altında bir performans sergileyen Swank, üzerine giydiği erkeksi kıyafetler ve keskin yüz hatları, canlandırdığı karakterin kadınsı başkaldırışını anlatmaya yetermiş gibi bir tavır takınıyor.
Aslına bakarsanız, filmin genel tavrı da Amelia Earhart'ı, topluma başkaldıran bir kadın olarak yansıtmaktan çok, onu erkeklerin dünyasında erkek olmaya çalışan bir figür olarak göstermekten yana. Bu durum, Amelia Earhart'ın hayatının daha en başından yanlış anlaşılmasına ve yanlış yorumlanmasına neden oluyor. Amelia Earhart'ın hikayesini, kendi gözünden anlatmak yerine, bir erkek gözüyle yorumlamaya çalışan film, doğal olarak başkarakterinin kadınsı coşkunluğunu, özgürlükçü ruhunu ve tutkulu yaşantısını başarılı bir şekilde dile getiremiyor.
Yönetmeninin kadın olmasına rağmen beklenmedik bir biçimde erkeksi bir bakış açısı tutturan filmin, bir anlamda kendi kendini sansürlediğini de ileri sürmek mümkün. Başkarakterini aynı anda hem özgürlükçü ve başkaldıran, hem de ahlaklı ve nazik bir birey olarak yansıtmak mümkün değilmiş gibi bir çıkmaza giren film, belli ki çareyi Amelia Earhart'ın tutkusunu görüntüye dökmeden diyaloglarla vermeyi tercih etmekte bulmuş. Bu durum ister istemez, başkarakterin bir biyografi filminden beklenmeyecek derecede tutuk, derinliksiz ve mesafeli bir surete bürünmesine yol açmış. Dolayısıyla, Amelia Earhart'ın ne uçma tutkusu, ne kocası George Putnam'la olan bağı ne de Gene Vidal ile yaşadığı aşk macerası izleyicilere içten ve samimi bir biçimde hissettirilebilmiş.
Bu nedenle, Amelia Earhart'ın film içerisinde ruhsuz ve tutuk bir karakter olarak karşımıza çıkmasında Hilary Swank'ın fazla da bir suçu yok belki de. Anlaşılan o ki, Amelia'nın kamera arkasında, başrol oyuncusundan, yönetmeninden ve senaristinden de üstün bir kontrol mekanizması var. Bu da olsa olsa akla, filmin yapım şirketinin film ekibi üzerinde bir takım baskılar oluşturduğu fikrini akla getiriyor. Böylelikle, suya sabuna dokunmadan yüzeysel bir film ortaya çıkarma gayreti içinde, gişe kaygısı taşıyan bir yapıma dönüşen Amelia, seyredenlere en ufak bir duygu yoğunluğu yaşatmayan, tatsız tuzsuz bir film olarak karşımıza çıkıyor. Bu yüzden, Amelia, sadece Kasia Walicka-Maimone'nin başarılı kostüm tasarımları için izlenebilecek bir çalışma bana kalırsa. Yine de karar sizin.