İspanyol Bir Amerikalı’nın Gözünden İspanya
Yazar: Ayşegül Kesirliİspanyol aktör Antonio Banderas, uzun zamandır sadece Amerika'da çalışan bir oyuncu olarak anılmaktan ve İspanyol sinemasını kalkındırmak için herhangi bir girişimde bulunmamaktan oldukça rahatsızdı. Bu rahatsızlığını giderebilmek için birkaç yıl önce Amerika'da çektiği filmlerden oldukça farklı bir film olacağını belirttiği ikinci yönetmenlik denemesi Yaz Yağmuru'nun hazırlıklarına başladı. Tamamı İspanyol oyunculardan kurulu bir kadroyla çekilen Yaz Yağmuru, İspanyol sinemasına yeterince katkıda bulunmadığını düşünen Banderas'ın vicdanını temizleyebileceği bir film. Fakat Banderas'ın bu filmle İspanyol sinemasını, bulunduğu yerden nereye taşıdığı konusu biraz tartışmalı sanırım.
Film, gelişme çağındaki dört gencin, yaz mevsimi boyunca başlarından geçen olayları konu ediniyor. Hem Amerikan, hem de Avrupa sinemasının farklı üsluplarla pek sık dile getirdiği bu tarz hikayelerde, genellikle filmin gidişatına hikayenin geçtiği mekanın yön verdiğini söyleyebiliriz. Böyle filmlerde karakterler, bulundukları ülkenin kültürüne, yaşam koşullarına göre şekillenerek filmin gidişatını, atmosferini tamamen değiştiriyorlar. Dolayısıyla kısa periyotlar içinde hayatları tamamen farklı yönlere sapan genç karakterleri konu alan filmler, aynı konudan yola çıksalar da, her biri bambaşka bir hikaye anlatıp, kendi ülkesinin gençliğine ışık tutma olanağına sahip oluyor.
Antonio Banderas, tıpkı Yaz Yağmuru filminin yazarı gibi Malaga şehrinde doğmuş. İlk gençlik günlerini de, filmin vuku bulduğu bu şehirde geçiren Banderas'ın Malaga ile ilgili anılarının ve izlenimlerinin herhangi bir yönetmenle kıyaslanamayacak kadar yoğun olduğunu düşünmemek elde değil. Bu nedenle de, Malaga gençliğinin kafalarında dolaşan soru işaretlerini, gelecek kaygılarını ve birbirleriyle ilişkilerini bir filme aktarmak söz konusu olduğunda, Banderas'ın zaten bildiği, hatta bizzat deneyimlediği bir hikayeyi dile getireceği beklentisine kapılmak, son derece olası. Hal böyleyken insan filmi izlediğinde, anlatılan hikayeyi dışarıdan birinin değil de, içeriden birinin bakışıyla seyredeceği duygusuna kapılıyor. Filmin son derece içten ve açık bir anlatımla söylemek istediklerini anında bize aktarabileceğini, karakterlerinin neler hissettiklerini birebir duyumsatabileceğini düşünüyor. Fakat ne yazık ki, Yaz Yağmuru böyle bir film değil.
Öncelikle filmin, anlattığı hikayenin bütün sadeliğini bitmek bilmeyen, sürreel rüya sahneleri ile alt üst ettiğini söyleyebiliriz. Film boyunca başkarakter Miguelito'nun hayal dünyasında o kadar çok kalıyoruz ki, zaman zaman gerçek dünyadan tamamen kopuyoruz. Dahası, Miguelito'nun hayal dünyası, bir türlü anlamını çözemediğimiz, gerçek dünyanın içinde yerli yerine oturtamadığımız, Pink Floyd kliplerini andıran imgesel görüntülerle dolu. Filmin başından beri şair olmayı hayal eden Miguelito gibi bir gencin kafasının, şiirlerini besleyecek imgelerle dolu olması, anlaşılabilir bir durum. Fakat filmin büyük bir kısmını bu tarz sürreel imgelerin oluşturması, Miguelito'nun problemlerini komplikeleştirerek anlaşılamaz hale getirmekten ve filmin esas söylemek istediklerini geri plana itmekten başka bir işe de yaramıyor sanki.
Diğer taraftan, filmin söylemek istediklerini yeterince açık ifade edememesinin başka bir sebebi de, içinde barındırdığı İlahi Komedya göndermeleri ve şiirler. Film süresince akıp giden rüya imgelerine veya sıradan film görüntülerine, şiir okuyan bir dış ses eşlik ediyor. İspanyolca bilen bir insan için belki bir nebze anlamlı olabilecek bu şiirsel bölümler, alt yazıları takip etmek zorunda kalan biri için tam bir karın ağrısı. Parça parça beliren alt yazıları takip ederken söylenen sözlerden toplu bir anlam çıkarmak neredeyse imkansız. Bu nedenle de İspanyolca bilmeyen birinin neredeyse filmin temel taşlarından biri olan bu şiir parçalarını takip edememesi, filmi takip etmesini de zorlaştırıyor. Bu yüzden de, Malaga şehrinde olan bitenlerin, bu kentte yaşayan gençlerin esas problemlerinin, kapana kısılmışlıklarının veya neden kendilerini gelecek hayallerinden uzak hissettiklerinin, birçok izleyici için tamamen havada kalabileceğini söylemek mümkün.
Her şeye rağmen Yaz Yağmur'unda, Banderas'ın oyuncu kadrosunu başarıyla motive ettiğini söyleyebiliriz. Filmde yer alan bütün oyuncular, oldukça sahici performanslar sergileyerek filmin duraksayan sürükleyiciliğine biraz olsun akıcılık kazandırabiliyorlar. Filmde gösterilen rüya sahnelerinin de, hikayenin bütünlüğünü tamamen dağıtmalarına rağmen, anlamlı ışıkları ve başarılı kadrajlarıyla sadece birer fotoğraf imgesi olarak göz kamaştırdıkları bir gerçek. Yine de ben kendi adıma bir yaz mevsimini, bir kenti, birkaç gencin ilk hayati tecrübelerini veya bütün bunların hepsini dile getiren filmlerden, abartılı sözlerden, karmaşık ifade şekillerinden ve sembolik anlatımlardan çok, sadelik bekliyorum.
Öte yandan Antonio Banderas'ın, anlattığı öyküyü içeriden izleyen bir İspanyol gibi değil de, hikayeye tamamen uzaktan yaklaşan bir Amerikalı gibi dile getirmesi, Yaz Yağmuru'nu benim için daha da tatsız kıldı. Eğer benzer bir konuya değinen çok daha iyi bir film izlemek istesem, Yaz Yağmuru yerine Georgina Riedel'in ilk uzun metraj filmi Garcia Kızları Yazlarını Nasıl Geçirdiler?'i izlemeyi tercih ederim.