Hesabım
    Alacakaranlık
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Alacakaranlık

    Alacakaranlık

    Yazar: Mert Yenici

    Uyarı: Birazdan okuyacağınız yazı 'Twilighter' diye tabir edilen hayran grubunun affına sığınarak kaleme alınmıştır.

    Biraz gecikmeli de olsa Amerika'da ortalığı kasıp kavuran "Twilight" fırtınası nihayet ülkemiz sınırlarına da ulaşmış bulunmakta; bunun sonucu olarak mitoz bölünme yoluyla çoğalan, "Edward" (ki uzuuunca bir Edward bu) diye sayıklayan dişi bir grubun hâl ve tavırlarına dehşet içinde şahit olmaktayım. Şayet 15-16 yaşlarında genç bir kız olsaydım Stephenie Meyer'ın 'Twilight Serisi'ni büyük bir keyifle okuyup Edward için uzun uzun iç çekebilirdim fakat Meyer'in sürekli olarak aşık olduğu vampiri tasvir eden (yunan heykelleri formatında) genç bir kızın hikayesini anlattığı romanı tüm popülaritesine rağmen benim gibi bir erkek okuyucuyu pek cezp etmiyor takdir edersiniz ki.

    Yine de, hakkını teslim etmek gerekirse Twilight, kendi türü içinde başarılı sayılabilecek, hedef aldığı kitleyi de gayet güzel avucunun içine alabilmiş ve ana karakteri Bella'nın kaotik ruh halini doğru bir biçimde okuyucusuna yansıtabilmiş bir roman (Gerçi Bella'nın, bayan okuyucuların ne kadar umurunda olduğu tartışılır). Bu nedenle de "Thirteen"de ergenlik çağındaki kızların bunalımlarını seyircisine aktarma konusunda hiç de fena bir iş çıkarmamış Catherine Hardwicke gibi bir yönetmenin Twilight gibi bir materyalden başyapıt yaratmasını beklemiyorduk elbette ama en azından karakterlerin beyazperdede fiziksel olarak yer kaplamasından daha fazlasını sunacağını umut etmiştik. Üzülerek söylüyorum ki Meyer'in ortalama üstü kitabının sinema macerası bırakın vampirleri, romantik bir öykü sunmaktan bile çok uzak.

    Tabii burada tüm suçu Hardwicke'e yıkmamak gerekiyor. Ortada 2 saate sığması gereken bir materyal olduğu için senarist Melissa Rosenberg de çareyi, hikayeyi kırpa kırpa kuş kadar bırakmakta bulmuş olacak. Bu nedenle Bella ile Edward arasındaki ilişkinin gelişimine katkı sağlayan önemli bölümler es geçilmiş. İkilinin ne ara yakınlaşıp böylesine birbirlerine aşık olduğunu pek çözemiyoruz. Aslına bakarsanız filmin tamamı alelacele geçiştirilmiş zaten. Meyer, ne kadar karakterleri arasındaki ilişkiyi sindire sindire işlemişse Rosenberg'in senaryosu da seyirciyi sıkma endişesinden dolayı bir o kadar nefes nefese bir halde. Kendisinin hikayeyi kaleme alırken nereye yetiştiği konusu uzun süre kafamı meşgul eden bir muamma, zira vampirimiz Edward bile bu kadar daldan dala atlamıyor film boyunca.

    Çözemediğim diğer bir muamma ise Catherine Hardwick'in oyuncusu Kristin Stewart'a ne gibi bir direktif vermiş olduğu. Öyle ki kızcağız baştan sona müthiş bir istikrarla gözüne bir şey kaçmış gibi gözlerini kırpıştırmaktan ve dudaklarını kemirmekten başka bir başarı gösteremiyor. Bella karakterinin kitapta da biraz şapşal, garip ve mesafeli bir tavrı olmasına karşın Stewart'ın acı çekiyormuş gibi görünen duruşunu karakterin kendisiyle bağdaştırmayı bir yerden sonra ister istemez bırakmak zorunda kaldım. Yer yer repliklerini unuttuğu hissi bile yaratıyor; hatta filmin sonlarındaki bir sahnede Kristin'in ne saçmaladığı konusunda fikri bile olmadığını iddia edebilirim: "Ne. ne diyorsun? Sen. yani. nasıl. ne de. dediğini. anlamıyorum.". Valla biz de seni anlayamadık Kristin.

    Robert Pattinson da ağzını açmadığı zamanlarda "cool" tavrını gayet güzel sürdürebiliyor, lâkin iş azı dişleri arasından dökülen repliklere geldiğinde karakteri gibi gerçekten ruhsuz olduğu ortaya çıkıyor. Üstüne partnerinin boş bakışları ve kendisiyle iletişim kurmayı reddeden vücut dili de eklenince "aşk" teması yerini tuhaf sessizliklere ve manasız bakışmalara bırakmış. İşin garip tarafı genç ve deneyimsiz oyuncuları yönlendirmekte başarılı olduğunu göstermiş Hardwicke'in burada çuvallamış olması. Kafasında oluşturduğu cast ile çalışamamış olmasından kaynaklı bir durum olduğunu düşünmek istiyorum.

    Efektlerine de ne gereken özenin ne de paranın harcanmadığını düşündüğüm Twilight, sonuç olarak serinin hayranı kızlardan başka bir kitleye hitap etmiyor; kaldı ki uyarlandığı romanın yarısında Edward'ın ne kadar mükemmel bir yaratık olduğu anlatıldığı için filmin de bundan öte bir amacı yok zaten. Vampirlerin biz zavallı insanoğlunun kanını daha ne kadar emeceğini bilmiyorum ama Twilight gibi eserlerin, gerçek hayatta vampirle karşılaşsalar bırakın kaçmayı büyük bir şevkle kendilerini önüne atacak bireyler yarattığını düşünürsek iştahlı yapımcı ve yazarların insan kanıyla beslenmeye uzun bir süre daha devam edeceğini ön görmek pek de zor değil.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top