Farklı Bir Cengiz Han!
Yazar: Orkan ŞancıTarihi figürler ile onlar hakkında yazılan kitaplar, çizilen resimler ve çekilen filmler arasında hep farklar olmuştur. Figürün şöhreti fazlaysa aradaki fark da artar. Zira, bu figür, yaşadığı toplumu aşıp tüm dünyanın belleğinde yer edecek kadar ünlüyse, epey de düşman kazanmıştır. Dolayısıyla aradan geçen zaman diliminde dostun düşmanın ortaya koyduğu eserler de farklılaşır.
Figürümüz Moğol İmparatarloğu'nu kurup Dünya'nın en büyük fetihlerine imza atan Cengiz Han. Resmi tarihi hep kazananların/hayatta kalanların yazdığından hareketle Batı dünyasında kendisinden "barbar" diye söz edilmesine, kendi coğrafyasında ise milli kahraman olarak kabul görmesine şaşmamalı.
Yazımıza böyle bir giriş yapmamızın nedeni, Kazakistan'ı bu yılki Oscar'larda temsil eden filme yöneltilen en ciddi eleştirinin de bu noktayla alakalı olması. Filmin senaryosu, tartışmalı Rus tarihçi Lev Gumilyov'un eserlerinden esinlenilerek yazılmış. Gumilyov, tartışmalı biri çünkü resmi tarihin dışına sapan düşüncelere sahip. "Yeni Avrasyacılık" olarak bilinen akımın öncüsü ve ilgi alanı Asya'da kabile hayatı süren kavimler..
Durum böyle olunca, Batı'da öğretilen "Cengiz Han" ile filmdeki "adam" arasında dağlar kadar fark var. "Gittiği her ülkede, ordusunun yağmalamalarına izin veren, önüne gelen her kadına bizzat tecavüz eden, böylece sayısız çocuk yaparak tohumlarını Dünya'nın yarısına saçan adam" gitmiş, yerine "kaçırılıp hamile bırakılan karısına ve ondan doğan çocuğa sahip çıkan, o dönemde görülmemiş şekilde kadını için savaş açan, düşmandan elde ettiği ganimeti askeriyle paylaşan, eşitlikçi, onuru için yaşayan, ermiş suratlı bir zat" gelmiş.
Asya'da geniş bir coğrafyada bölünmüş halde yaşayan Moğol kabilelerinden İmparatorluk yaratan bir askeri deha, bir toplum mühendisi olduğunu düşmanları bile inkar etmiyor zaten. Lakin filmde çizilen karakter, "iyi bir insan" portresinin de ötesinde, sanki ilahi özellikleri bulunan biri. Takatı kesildiğinde bile kılıcı kendi kontrolünün dışında düşmanlarını doğruyor, Budist rahipler onu rüyalarında görüyor, Tengri/Gök Tanrı'dan bile korkmuyor; kendi deyimiyle tüm Moğollar arasında "istisna" bir tip.
Bu seçilmiş kişinin, küçük bir çocukken kendisine eş seçmesiyle başlıyor hikaye. Kağan olan babası düşman kabileler tarafından zehirlenince başa geçirilmek yerine öldürülme tehlikesi yaşıyor: tek başına kaçıyor ve koca bozkırlarda tam da Gumilyov'un mest olacağı şekilde doğayla yapayalnız kalıyor. "Kaçacağı yer kalmadığı için" korkmayı bırakıyor, Gök Tanrı'yı tanıyor.
Sonrasındaysa birden 30'larını çoktan geçmiş koca adam olup çıkmış bir halde perdede beliriveriyor. Bizim eleştirimiz de bu noktada başlıyor. Ünlü Japon oyuncu Tadanobu Asano'nun devreye girdiği bu yetişkin Timuçin portresi sanki çoktan Cengiz Han olmuş da uzatmaları oynuyor dedirtecek cinsten. Fazla bir aşmış, fazla bir bitirmiş. İleride Cengiz Han olacak bir adamın, tüm bilincinin şekillendiği o toy döneme, o kritik geçiş dönemine daha çok vakit ayrılsaymış keşke. Timuçin'in bu kadar iyi nasıl savaşabildiği, neden karısına bu kadar tutkuyla bağlandığı, neden tüm kabileleri birleştirme gibi bir hayalinin olduğunu bilmiyoruz. Film de buna yanıt aramak yerine daha en baştan tarafını seçiyor. Tanrısal bir "kurt bakışı"yla Timuçin'in kaderinin en baştan çizildiğini anlatıyor. O yüzden kılıcı onu yalnız bırakmıyor, o yüzden Budist Rahip onun için çölleri aşıyor, kendisinden kat be kat güçlü ordulara sahip düşmanlarını o yüzden yenebiliyor.
Yönetmen Sergey Bodrov'un bu savaş sahnelerindeki hünerini özellikle belirtmemiz gerekiyor. Oliver Stone'un Alexander'da düştüğü içler acısı durumdan eser yok. Sanki Çağrı ya da Braveheart'tan fırlamış gibi duran bu sahnelerde farklı bir estetik var. 10 yıl önce Rusya adına yarışıp kazanamadığı Oscar'a bu yıl da Kazakistan'la ulaşmaya çalışıp yine eli boş dönen Bodrov, sinematografik açıdan ustalığını konuşturmuş.
Bir parantez de Cengiz Han'ın önce kankardeşi ardından düşmanı olan Jamukha rolünde son derece çarpıcı bir performans ortaya koyan Çinli aktör Honglei Sun için açmak gerek. Asano ile birlikte oynadığı sahneler, rol arkadaşından rol çalmanın ötesinde Jamukha karakterinin Timuçin üzerindeki ağırlığını yansıtması açısından da önemli.
Bodrov'un Mongol'u Cengiz Han üçlemesinin ilk halkası olarak tasarladığını da belirtelim. Tarihe ya da biyografik filmlere meraklı olanlar, bu filmde aradıklarını büyük ölçüde bulacaklar. Zira hem çektiği filmi, hem de uğruna film çektiği figürü çok seven bir yönetmenin, hele de işinin ehliyse size nasıl bir sinemasal lezzet tattırabileceğini mutlaka gidip görmeniz lazım.