bir Greg Mottola filmi.aşağıdaki ise; filme dair şahsıma ait yorumdur.biraz romantik, biraz komik, biraz dramatikAdventureland dahil üç uzun metrajlı filme imza atmış Greg Mottola nın herkese, ben buradayım dediği Superbad filminden iki yıl sonra çektiği, kendisini biraz daha geliştirerek ve de vıcık vıcık cinsellik ile esprilerden arındırarak idare eder bir iş kotardığı film, romantik komedi ve dram karışımı. film çok abartılacak ve sinemaya çok şey katar nitelikte değil ama superbad ile 18 yaş ve de altı ergen tayfasının özellikle cinsellik ile karşı cins ile ve sivilceleri ile olan mücadelesini işlerken belden yukarıya bir türlü çıkamadığı düşünülürse, bu filmde yönetmenin iyi yönde yol aldığı görülebilir.film 1987 yılında geçmekte. bir gencin üniversite hayalinin ekonomik zorluklar ile tehlikeye girmesi ve işe girmek durumda kalması hikayenin özü. yan faktörler olarak aşk var, acı var, düş kırıklıkları var, aldatılma var, dostluklar, hayalleri gerçekleştirmek için verilen bir mücadele var. bir anlamda hayatın gerçekleri var. masal tadında işlenmemiş hem de. günlük hayatta karşılaşılan yüzler, olaylar, hissedilen duygular hepsi var. bazı hususlarda belki kantarın topuzu kaçırılmış olabilir. özellikle de filmde ebeveynler haricindeki hemen hemen tüm karakterlere marihuanalı sigara içirildiği düşünülürse. James ( jesse eisenberg ) liseden mezun olunca gazetecilik okumak ve bunu new york ta bir üniversiteye giderek gerçekleştirmek isteyen idealist, kendi halinde ama girişken, utangaç ve de kırık kalpli bir genç adamdır. ailesinden eğitimi için para istediğinde bir takım nendeler ile hayır cevabı almıştır. iş bulmak gerekmiş ve o döneminin eğlence anlayışını en iyi yansıtan devasa lunapark adventuredland ( seruven adası ) a başvurmuş ve işe alınmıştır. bundan sonrası zaten her gençlik filminde rastlanılan olaylar silsilesi ile ilerlemektedir. ilk tanışmalar, kaynaşmalar, birbirine yardımcı olmalar, ilk bakışmalar, sonra bir vesile ile ilk kurulan cümleler. böyle ilkler ile gidilen bir yol var yani. önemli olan bu ilkler değil o yolun kendisi. gidişe ne kadar müsait olduğu ve yolcularının ne denli keyifli bir yolculuk yaşamasını olur kılıp kılmadığı.ana karakter olarak James karşımıza çıkıyor. erkek bir karakterin karşısına dişi bir karakter çıkarmamak imkansız olacağından bir müddet sonra bile değil, James işteki ilk gününde uzaktan da olsa em lewin ( kristen stewart ) ile bakışıyor. sonrasında devreye benzer yapıdaki filmlerde her ne varsa o giriyor ve gerisi artık bilindik aşk meşk olayları ile devam ediyor. yalnız filmi basite indirgediğim gibi bir anlam çıkarılmasın satırlarımdan. evet biraz hafife alır gibi yazdım bu filme dair şu ana dek ama daha yazacaklarım bitmediği için öyle hemen bu film çok basit yargısına varılmasın. hele bir okuyun bundan sonra yazacaklarımı öyle karar verin ve tabi ki seyretmenizde gerekmekte hani, film nedir ne değildire dair bu yazıda anlatılanların ne derece filmi yansıtıp yansıtmadığını görmek için.bakalım türü ile ne derece uyumlu bir hikaye ve işleniş ve de oyunculuklar çıkartılmış. romantik, komedi ve dram. bu üç tür filmin içerisine katılmış en azından imdb de böyle yazıyor filmin türü. tabi orada sılamada komedi, romantik ve dram olarak verilmiş. demek ki öncelikle komedi ağır basıyor gibi düşünülebilir ama filmin başından sonuna kadar çatlarcasına gülmedim ben. evet güldüğüm sekanslar oldu ama azdı. ıslak, yapış yapış, bayık ve de temelden yoksun bir komedi yok. sitkomlar gibi değil yani. espriler aşina olunan amerikan gençlik filmlerindeki gibi ucuz nitelikli değil. sonuçta bu filmde Amerika yapımı ve gençlik filmi ama benim öncekinde kastettiğim üniversiteli abazan gençler ile koca memeli kızlar ile sadece sekse odaklanmış ve güldürmenin de sadece çıplaklık yüklü espriler ve kareler ile mümkün olduğunu sanan filmlerdir. bu filmde ise neyse ki kolaya kaçılmamış ve sıklıkla düşülen hayata düşülmeyip belden aşağı ucuz esprilere bel bağlanmamış. bu haliyle de iyi ki böyle olmuş. evet bir iki sahne haricinde çok gülmedim, çok komik değildi ama güldüğüm sahneler gerçekten gülünmesi gereken sahnelerdi. komedi unsuru bu bakımdan filmin tümüne yayılmamış olsa bile aralara serpiştirilmiş birkaç sekansta var. sanırım bobby ( bill hader ) karakteri bu açıdan filme dahil edilmiş. evet komik bir duruşu vardı ama açıkçası o kadar ön planda olmadığı için de çok güldürmedi. denedi evet güldürmeyi ama bir iki sekansta vücut dili ile mimikleri ile bunu yapmaya çalışsa da olmadı. filmdeki en ilginç sürprizlerden birisi kuşkusuz belden aşağı komediler ile bir dönem hayli sıkı fıkı olup sonrasında olgunluğa erişip düzeyli yapımlarda boy gösteren ryan reynolds tur. yan rollerden birisinde görülen aktör aşina olunan komik, seks düşkünü, terbiyesiz, yırtık karakterden uzaktı epey ama yine de çapkınlıkta iş başındaydı hani. komik ise hiç değildi.ikinci olarak romantik olup olmadığına baktığımızda eh biraz bir şeyler vardı hani. James ile em lewin in arasında kurdukları bağ, ilerleyen zamanda çıkmaza giren yollar, araya ayrılığın girmesine neden olan gerçekler falan derken biraz romantik buluşmalar, ufak öpüşmeler, kurulan anlamlı ve bir o kadar da ruhu okşayan sözler ile romantizm yakalanmış. komedi unsurunda olduğu gibi yine çok değil ama romantizm şimdi doğruya doğru. evet müzik seçimi ve o müziğin yapıştırıldığı kimi sahneler hafiften içi titretmiyor değil ama bu romantizm için yeterli değil. gerçi üç farklı türe dahil film. tek bir türün filme hakim olması beklenemeyeceğinden belki de böyle olması yönetmen tarafından tercih edilmiş olabilir. saygı duymak gerekir bu karara.son olarak dram iddiasına gelir isek; evet işte bak bu on ikiden vurmuş diyebiliriz. komediden ve romantizmden çok dram öğesi ağır basmakta filmde. karakterlerin arka planlarında yani aile yaşantılarında birbirinden zor ve sıkıcı ve de acıtıcı gerçekler var. hem erkek hem de kadın karakterin ki, kadın karakterin dramı daha bir ağır basmakta. erkek karakterin idealleri için çırpınmasından ve de ailesinin bu çırpınış karşısında ekonomik zorluklar nedeniyle kayıtsız kalması söz konusu. burada bir çatışma yok aile fertleri arasında ama erkek karakterin hayallerini gerçekleştirmek adına attığı adımlara da ebeveynlerinin verdiği bir destek yok ne yazık ki. aslında burada tek sorun ekonomik yoksa çocuklarının arkasında durup onu destekliyorlar. onlara da haksızlık etmeyelim tümden. kadın karakterin dramı dediğim gibi daha bir ağır. annesi ölmüş ve babası başkasıyla evlenmiş. haliyle anne özlemi çekmekte ve baba sevgisinden mahrum kalmış olmanın verdiği bir bunalım havası hakim. sürekli bir aile içi çatışma var ama üvey anne ile babayla direkt yok. ve daha bir sürü acı verici olaylar. dram kesinlikle bu filmin bütününe yayılmakta.hikaye çok olmasa da klişe kalıplar ile bezeli özellikle sonu. önce bir ayrılık sonrasında birleşme. bu kilişeye her aşk, romantik, komedi filminde rastlanılmaktadır. az çok karşı cinse dair beyin fırtınasına girişilmesi. kadın erkek ilişkilerine dair diyaloglar. bu son söylediklerim klişe kalıbına dahil ama farklı bir çizgiye sahip yine de. bazı karakterler olmasa da olurmuş. misal ryan reynolds ın canlandırdığı karakter. gereksiz bence. bazı sahnelerde babacan bir eda ile kadınlara ve ilişkilere dair sözler sarf etse bile filmin bütünlüğüne bir anlam katmıyor. var olan anlamı bozmuyor da ayrıca. yani etkisiz eleman efenim, olsa da olur olmasa da olur imiş ama olmuş işte. hikayedeki yakınlaşmalarda hızlı oluyor nedense. esas oğlan ile kızın yakınlaşması falan bir gün içinde hoşlanma ve ertesi gün bir konuda yardımcı olma ile start alıyor ve sonu malumunuz. bir de sinir bozucu olup esas oğlanın hayalarına yumruk atan bir karakter var ki düşman başına. filmin en dövülmek istenen kişisi o olsa gerek ama sonunda hayalarına güzelinden bir yumruk yiyor da kendine geliyor neyse ki.twiliht nin yıldızı kristen stewart sanki daha bir karakteri oturmuş, hikayedeki karakteri daha bir yansıtan olgunlaşmış oyunculuğu ile iyi iş çıkarmış. tek bir kusuru var o da filmde sürekli saçlarına elini götürüp tutması ve geriye atması. izleyici o saçları tutup yolmak için o anlarda neler vermezdi tahmin edebiliyorum. büründüğü karakter sorunlu bir kişilik ve bunu iyi yansıtmış oyunuyla. donuk bir bakış hakim gözelerine ve sureti de aynı buzdan, çok soğuk ve itici. elbette karakterin özellikleri bunlar ve o bunu gerçekten yansıtmış. mimikleri biraz sinir bozucu yalnız. sürekli dudaklarını ısırması ve ağıyla garip hareketler yapması gıcık bir hal veriyor kendisine. ilk olarak the village de yardımcı bir rolde görülen ama cursed filmi ile kendini gösteren yani öyle elle tutulur bir filmde boy göstermeyip çok yakın bir zamanda zombieland ile kamera karşısına geçen jesse eisenberg filmde ana karakter olarak göz doldurur bir oyunculuk sergilemiş. film esas kızdan öte sanki esas oğlan üzerine kurulu ki, zaten hikaye de erkek karakterin yaşamından yol alınarak işlenmiş. yan karakterlerinde filme ayrı bir işleyiş kattığı ortada. tüm bunlardan hareketle iyi bir iş çıkmış ortaya. yönetimi, karakterlerinin hayata geçirilişi, hikayenin kurgusu ve işlenişi ile karşımızda vasatın üzerine çıkmayı başarmış bir film var. yönetmen açısından bir basamak atlayışa tekabül etmekte. oyuncular açısından ise; oyunculukta pişiyor olmanın ve karakter oyunculuğuna merhaba demenin olur kılındığı bir film mevcut. çok çok abartılmaması gerekse de film, kesinlikle meyve veren ağaç. burada önemli olan ağaç kadar meyvelerin kendisi. ben yedim ve tadı fena değil hani. bir de siz yiyin de kendiniz karar verin efenim, tatlı mı yoksa ekşi mi diye. bu arada kısa bir not: filmin hangi akla hizmet adı 'yaz aşkı' olarak Türkçeye çevrilmiş bu ayrı bir tartışma konusu. buradan orijinal adın yerine keyfi bir adı türkçe karşılık olarak sunanlara selam ederim ve size yuh olsun derim efenim. adventureland -