Bir belgesel tadında açılıyor Thin Red Line.Witt’in deyimiyle ’’bu dünyanın dışında başka bir dünya’’ya Malick’in kamerasıyla; lakin daha ilk karelerde başlıyor sonu gelmeyen sorular.Bu sorular doğanın eşsiz güzelliğiyle bir şiir tadında nüfuz ediyor tüm vücudumuzda.Hans Zimmer da bu yolculukta bize eşlik edecek, bir an olsun elimizi bırakmayacaktır eşsiz müzikleriyle.10.dk’dan sonra bambaşka bir dünyaya yolculuk ediyoruz.Aslında dünya yine aynı dünyadır.Doğa yine eşsiz güzelliğiyle göz kamaştırmaktadır.Ne var ki b güzellikler pek de uzun sürmeyecektir.Film sürekli karakter atlamakta, başrol değitirmekte, hayata farklı gözlerden bakıp; hayatı farklı şekillerde sorgulamaktadır.Witt’in umut ışığı, welsh’in umutsuzluğu, Tell’in hırsı,Bell’in sevdası...En çok da Witt’in umudu ve Welsh’in umutsuzluğu ana eksenini oluşturmakta.Bu ikili filmin belirli aralıklarında tartışmakta; bir sonraki tartışmalarında ’’peki şimdi noldu?’’ sorununa aldığımız yanıt koca bir ’’hiç’’tir!Bütün karakterlerin tek ve yegane özellikleri ise ’’savaş korkusu’’dur.Peki savaş her iki tarafa da ’’korku’’ saçıyorsa karlı çıkan taraf kimdir’Bu soruya Witt de cevap arıyor.Belki son karede Witt’in bakışlarında gizliydi bu sorunun cevabı.’’Kim bizim de düşüceğimiz bu durma bakıp bizimle alay ediyor?’’Bu savaşın galibi kimdir?...Buraya kadar olanları belki daha önce görmüştük.Peki tüm bu olup bitenlerden doğanın suçu nedir'Malick, tüm film boyunca kamerasını sık sık doğaya çeviriyor; her ne kadar savaşın ortasındaki yaralı kuşla yürek burksa da , su ile huzur veriyor.Tıpkı savaşın ortasındaki bir askerin ölüm anında, yaprakların arasından gelen güneş ışığıyla huzur bulması gibi.Filmin kalabalık eşsiz oyuncu kadrosundan biri de doğanın ta kendisidir.Örneğin su, bir çeşit günahlardan arınma ilacıdır.Tıpkı Ki-Duk’ın ’’Samaritan Girl’ünde günahkar olduğunu düşünenlerin duşun altında öylece oturup ağlaması gibi, japonların köyünü darmadağın edip yaktıktan sonra bir askerin ölmek üzere olan japonlardan birine havada uçuşan akbabaları göstererek ’’şunlara bak...seni diri diri yiyecekler’’ dedikten sonra yağmurlu bir günde o japonu ve kendisine haykırdığı anlamsız-ona göre anlamsız-sözcükleri hatırlar ve yağmurun altnda boğulurcasına ağlamaya başlar.Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.Kocaman bitkiler, çimenler, ağaçlar, güneş ışığı, kuşlar, maymunlar, gün ışığı, pencerenin perdesini havalandıran rüzgar ve hiçbir zaman sona ermesini istemeyeceğiniz sahnelerle örülü Thin Red Line, Malick’in mükemmelliyetçiliğiyle örgülü kusursuz bir destan; yıllarca etkisini yitirmeyecek, hatta etkisi artacak kusursuz bir Başyapıttır...