Hesabım
    Dehşet Treni
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Dehşet Treni

    Dehşet Treni

    Yazar: Zafer İlbars

    Sinemaya ve bilgisayar oyunlarına uyarlanmış birçok eseri bulunan korku edebiyatı yazarı Clive Barker'ın hikayesinden uyarlanan Dehşet Treni; daha evvel Alive, Azumi, Versus gibi filmleri ile tanıdığımız Japon yönetmen Ryuhei Kitamura'nın Holywood'daki ilk projesi.

    Japon sinemasında yenilikçi bir yönetmen olarak adlandırılan Kitamura, Barker'n hikayelerinde yarattığı dillere destan atmosferin hakkını vermek için epey uğraşmış, öncelikle bunu söylemek lazım. Zaten yönetmenin her şeyden evvel düşüneceği, boynunun borcu olarak göreceği durum bu olmalıydı. Gerçekten bu anlamda filmin hakkını vermek lazım...

    Gerek kamera tekniğiyle, her ne kadar kan revan içinde bir filmde olsa renklerin seyircide albeni hissi yaratmasıyla ve görselliğin önemini vurgulayan yönetimiyle Dehşet Treni zevk veren bir film olmuş.

    Korku sineması son dönemlerde birbirini tekrar eden, hatta bundan utanmayan filmlerle dolu... Beğendiğiniz bir film çıkıyor mesela. Üzerinden bir sene bile geçmiyor, o filmin bir benzeriyle karşılaşıyorsunuz. Bunu en son net bir şekilde "Ziyaretçiler" filmi ile yaşamıştım. Kendisinden neredeyse bir sene evvel gösterime giren Fransa mahsulü Onlar (Ils) filminden habersizmiş gibi, hemen hemen aynı ağacı taşlayan bir filmin yapılması bana ya bu sektörde kimsenin birbirinden haberi olmadığını ya da kimsenin orijinal olmak için özen gösterme çabasına girmediğini düşündürmüştü.

    Dehşet Treni, böylesi umutsuz bir vaka haline gelen, kan revan dozunu yükselterek, afişlere iddialı laflar yazarak fütursuzca bir istismarın peşinde koşan filmlerin arasında kendine iyi bir yer edinecek. Genel anlamda korku sineması için orta halli bir film diyeceğimiz bu film, günümüz korku sineması için epey övgüye layık bir iş aslında.

    Film "katil kim" sorusuyla bizi hiç bunaltmıyor ve daha işin başında bizi bu konuda aydınlatıyor. Son anlara dek cevaplanmayan başka sorular var filmde. Kaçınılmaz bir durum var ki, bu tür filmler çok iyi bir finale mahkumdurlar. Bu vazife yerine getirilemezse yüzüp yüzük kuyruğuna getirilen hikaye bir anda mahvolabilir. Dehşet Treni zaten iyi bir hikayeyle yola çıktığı için bu anlamda da bizi tatmin etmeyi başarıyor.

    Zaten film Howard Phillips Lovercraft'ın yarattığı Cthulhu evrenine sağlam bir selam çakarak, tüm film boyunca seyrettiğimiz dünyanın gerçekliğinden bambaşka bir boyuta geçiyor. Bu, filmi tamamıyla eli yüzü düzgün bir hale getiriyor ve "kasabımız" yüzüp kuyruğuna kadar getirdiği işi layıkıyla bitirerek tulum çıkarıyor!

    Film tüm bu güzel yanlarına rağmen, hiç ihtiyacı yokken kendisini zaman zaman bayağılaştıran ucuzluklara da başvurmuyor değil! Şiddet sahneleri aslında etkileyici gibi gözükse de derdini iyi anlatan bir film için gereğinden fazla olmuş. Fırlayan gözler, dağılan suratlar, kopan kellelerin yanı sıra illa ki araya sokulan bir seks sahnesi biraz dozu aşınca cereyan ettiği anları biraz basitleştirmiş.

    Bir de Brooke Shields gereksizliği var ki sormayın. Rolünün büyük bir ağırlığı olmasa da, böylesine bir filmde popüler bir ismin kullanımı ticari bir hamle olsa da korku-gerilim filmlerinde tanınmış yüzlerin boy göstermesi çoğunlukla filmden alınan hazzı azaltıyor. Aslında burada genelleme yağmak yanlış olur, kişisel olarak belirtmeliyim ki, bu tür filmlerde popüler oyuncuların kullanımı hikayeyi ve filmi sindirirken hazımsızlık yaratıyor. O popüler kimlik filme dahil olmamı engelliyor. İsimsiz ya da az isim yapmış oyuncular bu tür filmlerin ruhuna daha uygun bence.

    Bunun dışında, senaryoda birkaç önceden belli ve tahmin edilebilir durum söz konusu. Ama bu da aslında büyük bir handikap değil, zira final önceden tahmin ettiğiniz durumları önemsiz ayrıntılar haline getiriyor. Futbolculuk döneminde de kasap oyuncular kategorisine dahil olan Vinnie Jones'un kasap katil rolüne uyum sağlamasının kolay olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top