Sümsük dev adam maceraya atılıyor!
Yazar: Atlantisten Gelen AdamDwayne Johnson, beyazperdeye adım attığı ilk günden bu yana, testesteron yüklü vücuduyla doğru orantılı bir kariyer büyümesine erişmiştir. Emekliye ayrıldığı ve bir hayli popüler olduğu güreş dünyasında, spora veda ettikten sonra bile dünya çapında eşine az rastlanır bir hızla hayran sayısını günden güne arttırmaya devam eden, protein tozu bağımlısı bu aktör, aksiyon filmlerinde, Jean-Claude Van Damme, Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger gibi kas ekollerinin yeni dönemdeki popüler ikonu. Sportif yetenekleri, atletik vücudu ve kendine özgü sevimliliği ile sinema dünyasında dur durak bilmeden yükselişini sürdürmekte olan Dwayne Johnson ve “adeleleri” Muhbir adlı bu aksiyon sineması örneğinde de başrolü paylaşıyorlar.
Uç nokta ticari Hollywood sinemasına has klişelerin birçoğunu bünyesinde barındıran Muhbir, “macerasever” izleyiciyi tatmin edecek bir çok unsura sahip olsa da Johnson’ın ne etinden ne de sütünden yeterince yararlanabilmiş gibi görünüyor. İster istemez “The Rock” namıyla maruf Dwayne’ın beyazperdede esip gürlemesini, yakıp yıkmasını bekleyen izleyicinin muhtemelen en büyük şaşkınlığı, karşılarında “kalıbının adamı olmayan” bir karakter ile yüzleşmek olacaktır. Filmde efsanevi The Rock, hayranlarının karşısına kaya gibi sert bir macera adamı değil, sümsük bir tüccar olarak John Matthews kılığında çıkıyor.
İlk şoku atlattıktan sonra izleyicinin vurdulu kırdılı filmlerin alameti farikası olan şiddet gösterisi beklentisi içerisine girmesini anlayışla karşılayabilirim. Zira Johnson’ın varlık sebebi bu. Sinemaya adım attığı ilk filminden bu yana hep “çapulcu” rollerde, yakıp yıkmakla, kırıp dökmekle, esip gürlemekle şöhret kazandı. Ama John Matthews, her ne kadar pisliğe bulaşacak olsa da kaslarının hakkını vermekten sürekli imtina ediyor. Üstelik metazori uyuşturucu işine bulaştığında dahi “iş arkadaşına” etik davranmayıp “işadamı” kimliğine yaraşır bir şekilde kata-kulli ile torbacılığı harmanlamaya çalışması John Matthews ile izleyicinin empati kurmasını zorlaştırıyor.
Filmde John’un “yancısı” rolünde Daniel James karakterini canlandıran Jon Bernthal hakikaten iyi bir oyuncu. Kurguda eksik kalan “inandırıcılık” temasını etkili oyunculuğu ile diri tutmaya çalışıyor. Ancak bana kalırsa her ne kadar kısa bir rolü olsa da filmde “Müslüman eroin taciri” figürü Malik olarak karşımıza çıkan Michael K. Williams, olağanüstü bir sahicilikle filme narkotik bir derinlik ve tehditkar bir heyecan katma bağlamında en az Daniel James kadar pay sahibi (Her ne kadar filmde İslami tonlamaların tesbih-takke ikilisiyle vurgulanmaya çalışılması komik kaçsa da Malik sarkastik ve yerel uyuşturucu mafyası jargonuyla rolünün hakkını veriyor).
Thelma & Louise’in efsaneler-üstü baş kahramanı Susan Sarandon ise keşke kendini bu yapımda harcamasaydı demek istiyorum. Her ne kadar onu beyazperdede izlemek bir keyif olsa da Joanne Keeghan rolüyle canlandırdığı hırslı bürokrat karakterine yeterince gerçeklik duygusu kat(a)madığını üzülerek bildirmek zorundayım. Tabii bu noktada Amerikan sinemasında yaşı kırkı aşmış kadın oyunculara yaşam hakkı tanınmadığı yolunda bir itiraz gelebilir. İşte evet, tam da buna itiraz ediyorum! Susan Sarandon’ların etkileyici oyunculuklarını sergileyebilecekleri filmlerin çoğalmasını diliyor ve Hollywood ticari sinemasının hep daha gence hep daha güzele yatırım yapmasını eleştiriyorum. Nitekim; bir Hollywood yapımında araba patlamaz ise o filme aksiyon demem ben, diyenlerdenseniz üzülmeyin. Araba patlaması, kovalamaca sahneleri, çatışma ve silah gürlemeleri Muhbir’de gırla. Senaryoda tüccar kimliği sırıtan John Matthews, iş kamyon şöforlüğü ve tır sürücülüğüne gelince gayet uyumlu bir oyunculuk sergilemeye başlıyor ve oğlu için canını feda eden baba figürü biraz olsun anlam kazanmaya başlıyor. Sonuç itibariyle Muhbir, Dwayne Johnson’dan efsanevi bir kahraman bekleyenler için hayal kırıklığı ancak sinemada kuruyemiş eşliğinde vakit geçirmek isteyen serüvenciler için biçilmiş kaftan.