Düşes
Yazar: Oktay Ege KozakDüşes'i izlerken aklımda tek bir soru oluştu: Keira Knightley neden halen bir film yıldızı? Sağlık sınırlarının altında aşırı ince vücudu, ifadesiz suratı ve odunumsu oyunculuğu ile Knightley neden Karayip Korsanları'nda başrolü paylaştığı Orlando Bloom gibi 15 dakikalık boş ününü doldurup ortadan kaybolmuyor? Son Aşk ve Gurur uyarlamasından beri kostüm dramalarına yerleşen Knightley, Düşes ile oyunculuğunun kısa limitlerini pahalı 19. Yüzyıl kostümlerinin arkasında saklamaya devam ediyor.
Knightley üzerine olan gerçek hislerimi belli edip "Keira Knightley Fan Klübü" ile "At Suratlı Anoreksik Aktrisleri Koruma Derneği"ni kızdırmayı başardığıma göre Knigtley'nin dışında Düşes filmini kendi ayaklarında incelemeye başlayabilirim. Düşes, 18. Yüzyıl sonları İngiltere'sinde modadan politikaya bin bir türlü değişime olanak kılan, zamanın süperstarı Devonshire Düşesi Georgiana'nın hafif bir biyografisi.
Düşes'in ilk yarısı kadınların o dönemde ne tür haksızlıklara kurban gittiklerini aslında gayet düzeyli ve ince bir biçimde ele alıyor. Toplum içindeyken pahalı kostümleri ve parıltılı mücevherleri ile hayret uyandıran ve kıskandıran Düşes ve Leydi'lerin kapalı kapılar ardında zengin kocaları tarafından nasıl taciz edildiklerini, dövüldüklerini ve insani haklarının ellerinden alındığını gözlemliyoruz. Mesela erkeklerin eşlerini belli bir uzunluğu geçmeyen sopalar ile dövmesinin yasal olduğunu öğreniyoruz.
Düşes, ilk yarısında Erkeklerin (Özellikle zengin erkeklerin) akıllarına gelen her konuda istediklerini söyledikleri bu dünyada kadınlara sadece güzel birer dekor olarak bakıldığını, kocaman balo odalarını süsleyen parlak avizelerden çok da farklı olmadıkları üzerine duruyor. Filmden sonra aklımda kalan en ilginç diyalog Düşes'in yeni kocası Devonshire Dük'ünün (Ralph Fiennes) kadınların neden karmaşık elbiseler giydiği sorusuna Düşes'in verdiği cevap: "Erkekler konuşarak kendilerini ifade edebilir. Biz özgürce konuşamadığımız için elbiseler ile kendimizi ifade edebiliyoruz."
Seyirci olarak istiyoruz ki bu tür ince gözlemler ile dönemin haksızlıklarını inceleyen orijinal bir kostüm draması ile filmi bitirelim. Fakat haliyle dişi seyirciye pazarlanan filmin kadınların sadece pembe dizi tarzı aşk üçgenlerinden haz aldığını var sayan yapımcıları, bir kez daha bir sürü Viktoryan dönem kostüm dramalarının girdiği tuzağa giriyorlar ve Jane Austin'i kopyalamaya kalkışıyorlar.
Bu yüzden beklentilerimiz ne yazık ki doğru çıkıyor ve film ikinci yarısında Düşes'in gerçek hayatta İngiltere'nin politikasını yerle bir ettiği cesaret ve yenilik dolu hayatını incelemektense genç ve "yakışıklı" meclis üyesi Charles Gray (İfadesiz oyunculuğu ile Keira Knightley ile yarışan Dominic Cooper) arasında oluşan yasak aşkın üzerine gidiyor. Tabii ki bu noktadan sonra Dük'ün koyduğu haksız yasaklar ve güç gösterileri ile bu aşkın imkansızlığının gittiği hem acı hem tatlı zorlama sonu tahmin etmek zor değil.
Filmin oyuncu kadrosu yukarıda bahsettiğim gibi gayet zayıf, iki istisna haricinde: Kısa rolüyle yılların getirdiği ustalığını konuşturan Düşes'in geleneklere bağlı annesi Leydi Spencer rolünde Charlotte Rampling ve Dük rolünde filmin en nüanslı ve en akılda kalan performansına imza atan Ralph Fiennes. Sert ve acımasız maskesi altında sıkıcı geleneklerden bıkmış, çocukluk günlerini anan basit bir adam olmasına rağmen zorunlu olarak kendisinden beklenen otoriteyi devam ettirmek için uğraşan, iç karmaşa ile dolu bir karakter Fiennes'ın Dük'ü. Özellikle pencereden oynayan çocuklara gıpta ile baktığı çekimde Fiennes'ın surat ifadesine dikkat edin.
Düşes, kostüm dramalarından beklenen muazzam kostüm tasarımı, detay dolu sanat yönetimi ve resimsi yumuşak ışıklandırmayı geride bırakmıyor. Film gayet beklendik pembe dizi tarzı kostüm dramalarını seven seyirciyi memnun edecektir. Fakat aranızda olur da Düşes'in gerçek yaşamı ve başarıları üzerine doktora yazmış bir okuyucu varsa fazla beklentilerle gitmeyin derim.