Sex and the City: The Movie
Yazar: Melis Zararsız1998-2004 yılları arasında çekilerek TV'lerde boy göstermiş, günümüzde de hâlâ çeşitli kanallarda oynamakta olan meşhur Sex and the City dizisinin beyazperdeye taşınması, hiç şüphesiz akıllıca bir fikir. Her şeyden önce gişe anlamında, çünkü bu dizinin fanatiği olan kadınlar ve o kadınların yanlarında taşıyacağı erkeklerin sayısının bolluğu, gişe hasılatı açısından sonu belli bir hikaye gibi adeta.
Yapımcıları, dizinin nasıl olsa herkes ama herkes tarafından izlenmiş olduğundan emin bir tavırla, sinema filminde, dizinin başrolündeki bu dört kadını, bu dört kadının hayatına girenleri, çıkanları, olanları bitenleri bildiğimizi varsayarak, aceleye getirilmiş ve kolaya kaçılmış bir iş çıkartabilirlerdi. Ama film böyle olmamış, aksine, izleyicinin diziyi bilmiyor olma ihtimalini de göze alarak, ne bilenleri sıkacak ne bilmeyenleri şaşırtacak kadar yeterli bilgi vermiş her karakterle ilgili. Çok yerinde bir özet yapılmış. Hatta karakterlerin dizi boyunca başından geçen, yıllara yayılmış önemli olaylar, harika bir kurguyla, sanki bütün o bölümler sırf bu sinema filminin kurgusu için çekilmiş gibi kullanılmış. Gayet akıllıca. Hatta diziden bölümler, flashback açısından daha bolca kullanılabilirdi, çok da şık olurdu.
Diziyi izlemiş ve izlememiş olanların ayrılacağı birkaç nokta var sadece. Birkaç ipucu. Örneğin baş karakter Carrie'nin evlenmek üzereyken yanlış bir karar verdiğini anladığı bir ilişkisi, filmde dört arkadaş yemek yerken ve ordan burdan sohbet ederken lafın arasında geçiyor, ama biz diziyi izleyenler o ilişkinin her bir dakikasını sanki Carrie bizim arkadaşımızmış ve biz de onun yanında olanlara şahit olmuşuz gibi bildiğimizden, diyalogda geçen bir isim bile diziyi izlememiş olanlardan daha derin duygular yaşamamızı sağlayabiliyor. Evet duygular, zira Sex and the City, kanımca, dizisiyle de filmiyle de insanı duygulandıran nitelikte bir romantik komedi aslında.
Diziyi izlememiş ve filmi izlemek isteyenler için şöyle anlatalım o zaman. Her şeyden önce, filmin ismi genelde önyargı oluşturan cinsten... Tıpkı O..çocukları filminin adının yarattığı şüphe gibi bu filmin de ismini ilk duyduğumuzda sadece cinselliği konu alan bir senaryoyla karşı karşıya olduğumuzu sanıyoruz.
İsminin aksine çok farklı bir şeyi anlattığını savundum hep diziyi de izlerken:dostluk! Sex and the City, 20'li yaşlarının ortalarında tanışıp kaynaşan dört New York'lu kadının, şehirde yaşadıkları aşk, seks, hayal kırıklıkları, ölüm, yaşam, iş, kısaca hayata dair paylaştıkları etrafında dönen bir senaryoya sahip. Başroldeki dört kadından daha da başrolde olan, bir gazetede "Seks ve Şehir" isimli bir köşesi olan yazar Carrie'dir, diziyi de filmi de onun anlatımından, onun iç sesinden ve yazılarından takip ederiz. Genelde şehirde yaşamakta olduğu aşk ve arkadaşlık konularını köşesinde yazar...
Başlarına gelen olayları izlemekteyken biz, olay genelde Carrie'nin laptop'uyla bölünür ve onun çıkarımlarının kelimelere dökülüşünü izleriz. Genelde de "I couldn't help but wonder." (merak etmeden duramıyordum.) kalıbıyla başlar cümleleri. Dizide bazen bu çıkarımlar insanı sıkarken sinema filminde bundan kaçınmış olmaları da bence akıllıca olmuş. Film boyunca sadece sonlara doğru, gene aynı kalıpla başlamasını affedebileceğimiz bir makale cümlesiyle karşılaşıyoruz. Bu makale bölünmeleri olmadığında filmin esas anlattığının içine daha çok girebiliyoruz.
Bu dört kadın, ne olursa olsun asla birbirlerini bırakmıyorlar, hayatlarına giren her adam, hayatına, birlikte olduğu kadının yanında üç kadının daha gireceğini baştan kabullenmiş oluyor. Bu dört kadın, ne kadar kötü olaylar yaşarlarsa yaşasınlar, asla yalnız olmadıklarını her an hissediyorlar. Her şeyi paylaşırken birbirlerini eleştirmekten de kaçınmayan bu dört kadın, normalde kadınların kıskançlık duygusu yüzünden çok da fazla yakalayamadıkları dürüst dostluk denen şeyi gözler önüne sererek biraz da imrendiriyor. Evet bu kadınların arasında kıskançlık bile dürüstçe paylaşılan keyifli bir detay.
Kadın izleyicilerin imrendirdikleri şeyler, dostlukla sınırlı değil elbet. Seksist bir yaklaşım olacak belki ama bu filmi erkek izleyicilerin beğeneceğini pek sanmıyorum. Zira film, konusu dışında görselliği anlamında da tamamen kadın izleyiciyi kendine çekecek nitelikte hazırlanmış. New York'ta yaşayan ve maddi durumları belirli bir seviyenin üstünde olan bu dört kadın bir giydiğini bir daha giymiyor, marka olmayan bir şey giydikleri pek görülmüyor, Starbucks'a gitmek için dışarı çıktıklarında bile bir partiye gidermişçesine şıklar. Alışverişte sınır yok, en pahalı markaların rengarenk paketleri göz kamaştırıyor. Zaten bu dört kadının yedikleri göz kamaştırıyor, içtikleri göz kamaştırıyor, giydikleri göz kamaştırıyor, saçları göz kamaştırıyor. Kısacası görsel anlamda ışıl ışıl, rengarenk, şıkır şıkır bir film var karşımızda.
Sanatsal bir başarı, değişik bir kurgu, farklı bir anlatım bulmayacaksınız bu filmde. Diziyi biliyorsanız, bir bölüm daha izlemiş gibi olacaksınız, tabii birçok havada kalan olayın çözüldüğü, sonuca ulaştığı bir son bölüm belki de. Diziyi bilmiyorsanız, sizi hem güldürecek, hem duygulandıracak, hem de gözlerinizi kamaştıracak bir romantik komedi izleyeceksiniz. Yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde sizi hoş tutacak nitelikte hafif, hoş bir parfüm hissi veren bir film.