En yararlı eleştirilerEn yenilerEn çok eleştiri yazmış üyelerEn çok takip edilen üyeler
Filtrele:
Hepsi
Deniz O.
Takipçi
170 değerlendirmeler
Takip Et!
4,5
1 Nisan 2020 tarihinde eklendi
Yaklaşık otuz sene boyunca hapse mahkum olmuştu. Ailesinden ayrı kalmış, işlediği suç ise herkesin eşit haklara sahip olması için mücadele vermekti. Oğlu öldüğünde bile cenazesine katılmasına izin verilmedi. Dışarıda ise siyahlara olan zulümler devam ediyordu. Nihayetinde hapisten çıktığında 71 yaşındaydı. İlk defa ülkesinde siyah tenli yerli halk oy kullanabiliyordu. 75 yaşında Devlet Başkanı olarak göreve geldi. Nereden başlayacaktı? Beyazlardan intikam almak isteyen taraftarları, onun göreve gelmesiyle tedirgin olan karşıtları vardı. Onun ismi Nelson Rolihlahla Mandela ya da kabile adıyla Madiba’ydı.
Biliyordu ki, herkese gönlünde bir yer vermezse bu kan davasına dönüşecek ve kısır döngü sürüp gidecekti. Bir ulusun medeniyet seviyesi azınlıklarına gösterdiği saygıyla ölçülüyordu. Ekonomik sıkıntılar altında farklı duygu yoğunluğuna sahip iki grup nasıl ortak bir payda da birleştirebilirdi. Milli marşları konusunda bile aynı fikirde değillerdi. Onları bir araya getirecek olan katalizör spor olabilirdi. Rugbi her ne kadar İngiliz kaynaklı olsa da, oyuncuların biri hariç herkesin beyaz olduğu bir dal da olsa Dünya Şampiyonasına ev sahipliği yapmak büyük bir fırsat mıydı?
Bir yandan iki grubun arasını iyileştirmeye çalışırken, taraftarlarına şu mesajı veriyordu: “Affetmek ruhunu özgür kılar. Korkuyu siler. Bu yüzden çok güçlüdür.”
Takıma destek olmak için takım kaptanı Francois Pienaar ile iletişime geçti. Manevi destek vermek adına ona öğütler veriyor, her takım oyuncunun ismini ezberliyordu. Onun liderlik yetenekleri takım ruhunu da olumlu yönde etkiliyordu. Lakin kimse Güney Afrika takımına çeyrek finalden ötesi için şans tanımıyordu. Yeni Zelanda takımı ise tüm rakiplerini fark atarak yeniyordu.
Takım kaptanı Francois Pienaar için de bam başka bir yolculuktu bu. Mandela’nın 27 yıl kaldığı küçücük odasını, yer yatağını gördükçe onun kalbinin genişliğine anlam veremiyordu. İlk defa tüm Güney Afrika için oynayacaklardı. Yerel dildeki marşlarını da ezberlemiş, takımı sırtlamaya koyulmuştu.
Izledigim en berbat spor filmiydi. Birçok film hatasi ve birçak mantiksiz yerler vardi filmde. Siyahlar beyazlar kardestir sonuçta hepimiz insaniz ayniyiz demeye çalissada bunu hiç basarili bulamadim. Özellikle Güney Afrikada Rugby'nin bu kadar yaygin bir ilgi gördügünü hiç mi hiç sanmiyorum. Filmde Güney Afrika yari finale çikiyor ama bakiyoruz ki Yeni Zellanda ile final maçi yapiyor. Maç esnasinda uzatmalara gidiliyor ve spiker 7 dk kaldigini söylüyor oysa skorbordda 9 dk kaldigi yaziyor. Bu bariz film hatalarini nasil görmezden geldiklerini anlamiyorum. Birlik beraberlik elbette güzeldir ama buradaki birlik beraberlik hiç tam oturamayan kavranamayan bir olusum içinde. Matt Damon'in izledigim en kötü filmiydi hiç mi hiç sevemedim...
Mesajlarını çok abartı derecede iyimser ve gerçekten uzakta bulduğum,rugby sahneleri ile baygınlık veren fakat Freemanın çok iyi oyunculuk sergilediği biyografi/drama.10/6
Film, Güney Afrika Rugby Milli takımının Rugby Dünya Kupası'nı kazanma hikayesini anlatıyor. Fakat önemli olan, bunun, ırkçı ayrımcılıktan daha yeni kurtulan Güney Afrika'da gerçekleştirilen ve Nelson Mandela'nın başa geçmesinden sonra oynanan ilk kupa olan 1995 yılında kazanılması. Çünkü 3. Kupa olan 1995'ten önceki iki kupaya G.Afrika'nın katılmasına izin verilmemiş. Zaten filmin merkezinde de Mandela yatıyor. Sporun bir ülkenin bütünleşmesinde, ayrılıkların ortadan kaldırılmasında ne kadar etkili olduğunu anlayan Mandela'nın, takıma ve özellikle takım kaptanına (Matt Damon) ilham olması gösteriliyor. Rugby'nin ne kadar zor bir spor olduğunu da gösteren film, insan duygularına yoğun bir şekilde dokunuyor. Puanım: 8,5/10
Film aslında çok güzel.. Görmek istediğiniz yerden bakarsanız. Biraz tabularınızı kırın ve o gözle bakın. Yoksa araya bir ayna girmişçesine kendi düşüncelerinizden başka bişey göremezsiniz. Görmek isteneni görün!
Joaoya katılıyorum. Clint Eastwood için vasatın altında bi filmdi. Ama film türü bakımından fena değildi.Biraz G.Afrika Cum. ve oradaki 95 Rugby Dünya şampiyonasının hakkında bişeler öğrenmek için izleyebilir.10/7
Nelson Mandela başkan olduktan hemen sonraki ilk icraatlarından biri olan ulusal ragbi takımı altında halkı birleştirme çabası üzerine bir film.Morgan Freeman ve Matt Damon rollerinde başarılılar.Filmin kardeşlik,barış gibi kavramlarda anlatmak istediklerinde bir sıkıntı yok ama biz Türkler için zor olan tarafı çok uzak olduğumuz ragbi kısmıydı.Filmi izlerken bile bu ragbi ne biçim bir spordur diye düşündüm.Nasıl bu kadar insan izliyor diye içimden geçirdim.Ragbie uzak oluşumuz ve filmin analtmak istediklerini ragbi üzerinden anlattığı için bende fazla bir etki yapmadı desem yalan olmaz.Yinede iyi bir film ama bizlere biraz uzak kalıyor.
Clint Eastwood un oyunculuktan sonrada yönetmenlikteki kalitesini gösterdiği, doruk noktaya ulaştığı bir film. Bu adam oyuncu olarak ulaştığı başarıyı yönetmenlik de de sürdürüyor ve ömrü izin verirse sürdürmeye de niyetli. Morgan Freemanın Mandelaya aşırı benzerliğini ve rolünü başarıyla oynamasının yanında, Matt Damonun Francois Pienaar'a çok fazla benzememesine rağmen yinede ölçülü ve iyi oyunculuğuyla filmi bir numara yapmışlar. Ben Matt Damonun yerine Ewan Mcgregor un o role (Francois Pienaar'a) daha uygun olabileceği kanısındayım gerek fiziki gerekse de yüz benzerliğiyle iyi bir seçim olabilirdi ama yapımcılar ve yönetmen gişede başarı istediğinden son dönemlerin gözde ismi Matt Damon u seçmiş olabilirler. Morgan Freeman ın Mandela'yı başarıyla canlandırdığı bu filmle en iyi erkek oyuncu dalında ödülü almasını isterdim. Bir sürpriz beklemiyor değilim, alırsa da şaşırmam?Ayrıca film biterken resimler eşliğinde çalan slow parça muhteşemdi bana göre son dönemlerin en iyi soundtrack parçası olabilir. Mutlaka dinleyin.
?Invictus? {Yenilmez ? 2009} / Clint EastwoodSinema dünyasının 80'lik çınarı Clint Eastwood son 7'8 yıldır sürdürdüğü aşırı üretkenliğini belli bir başarı seviyesinin altına düşmeden sürdürmeye devam ediyor. Son filmi ?Invictus? da her zamanki gibi yılın başarılı filmleri arasına güç bela girmeyi başarıyor.Karşısındakine en ufak bir acıma duygusu olmadan kurşunlar yağdıran Clint Eastwood'u hem yönetmen koltuğunda hem de sahnede görmeyeli çok uzun süre oldu. Geçen yılki ?Gran Torino? bile Eastwood'un o acımasız tiplemelerinin yıllar öncesinde kaldığının kanıtı gibiydi. Yaşlılığın getirdiği bir sonuç mudur bilinmez son yıllardaki en sert filmleri bile hümanizm üzerineydi usta sinemacının. Belki o kirli sakallı, arada sırada ateş etmekten zarar çıkmayacağını savunan karakterleriyle tanıdık ve sevdik Eastwood'u; ama bu yeni insancıl yaşlı adama da herhalde kimsenin itirazı olmuyordur.Kuşkusuz Nelson Mandela hakkında bir film çekmek kuşkusuz bu insancıl sinemacımız için çok doğru bir tercih olmuş. Filmin hemen açılışında futbol oynayan siyah çocuklarla ayrı bir yerde rugby oynayan beyaz çocuklar ülkedeki zıt kutuplaşmayı resmetmek adına oldukça açıklayıcı bir sahne. Halkın genelinin çok sevdiği rugby sporu daha önemli sorunlar olsa bile Mandela'nın ilgilendiği ve öncelik verdiği en önemli konu haline geliyor. Ülkedeki birçok alan gibi zayıf kalmış rugby milli ekibinin yaklaşan Dünya Kupası'nda alınacak bir başarıyla ülkenin tek yürek olmasına inanan Mandela bunun için de takımın kaptanı François Pienaar(Damon) ile temasa geçmesi inandığı bu yolda en önemli adım oluyor. Birçok başkana göre hem samimi hem de karizmatik olma özelliğiyle oldukça ayrıksı duran Mandela ile ülkesindeki karışık ortama pek de kulak asmayan Pienaar'ın arasında oluşan bağ da kaçınılmaz olarak filmin en dikkat çekici unsuru oluyor.Girişte Mandela'nın nasıl bir insan ve nasıl bir lider olduğunu göstererek bizlere tanıtan Eastwood; filmin gelişme bölümünün oldukça durağan ve heyecansız bir halde ilerlemesine engel olamamış maalesef. Neyse ki finaldeki kurallarını dahi bilmediğimiz, bizlere çok uzak olan bu spor müsabakasını büyük bir heyecanla izletmeyi başarıp; filmi de kurtarmış. Başlangıcından sonunu tahmin etmenin pek de zor olmadığı bir hikâyeye sahip olan filmde kuşkusuz Eastwood yine büyük bir titizlikle dönemi perdeye taşımasını bilmiş ve senaryo duraksasa bile filmin atmosferi ve gerçekçiliği izleyenin de filmden kopmasını engellemiş. Kuşkusuz bunda Morgan Freeman'ın ve Matt Damon'un payı da büyük. Son yıllarda artık yönetmenin bir fetiş oyuncusu haline gelen akranı Freeman oynadığı birçok çerez filmi unutturarak halen hayatta olan Mandela'yı unutturup; o her zamanki sakin ve sempatikliğiyle karaktere mükemmel bir yorum katıyor. Rol için zorlandığını itiraf eden Freeman'ın yanı sıra son dönemin çıkıştaki oyuncusu Matt Damon ise rolü için fazlasıyla efor harcamış ve bir bakıma metot oyunculuğun örneklerinden birini göstererek canlandırdığı Pienaar ile çalışmalarda bulunmuş.Perdede izleyip de unutamadığımız ne o biyografik ne de tarihi bir dönemi yansıtan o unutulmaz filmlerinden biri ne yazık ki olamayan ?Invictus?; keyifle izlenip Clint'in geçen yılki filmleri daha iyiydi diyeceğimiz bir yapım?
filme büyük beklentilerle gitmemeli ama çok kötü de demek filme haksızlık olur normal bi film ama clint eastwood için vasat/vasatın altında diyebiliriz.filmin konusunu açıklamaya gerek yok aksiyon arayanlar izlemesin yada şahane şeyler bekleyen izlemesin film düz başlayıp bitiyor.7/10
Beyazperde.com'da gezintiye devam etmek istiyorsanız çerezleri kabul etmelisiniz. Sitemiz hizmet kalitesini artırmak için çerezleri kullanmaktadır.
Gizlilik sözleşmesini oku.