Soldaki Son Ev
Yazar: Mert YeniciWes Craven'ın 1972 yılında düşük bütçeyle ucuza getirdiği bir ekiple çektiği, ilk filmi olma özelliğini taşıyan "The Last House on the Left", gösterildiği dönem kıyameti koparmış, sansüre uğramış ve pek çok yerde gösterimi yasaklanan 70'lerin istismar filmleri arasında öne çıkan bir yapımdı. Bu sansürleme girişimlerinin o dönemde filmi baltaladığı bir gerçek de, vakti zamanında bu kadar sansüre uğramış olmasaydı yıllar sonra bu kadar popüler olup adından söz ettirebilir miydi, ondan pek emin değilim. Yapımcı sıfatıyla yer aldığı The Hills Have Eyes'ın yeniden çevriminin başarısı yapımcıları teşvik etmiş olacak ki, yönetmenin çok tartışılmış olan ilk filmini 37 yıl aradan sonra çevirmek gibi bir işe kalkışmayı göze almışlar. Sırada "The People Under the Stairs" mı var diye düşünmeden edemiyor insan.
Kimseciklerin olmadığı göl kıyısındaki evlerine gitmek için yola çıkmış Mari Collingwood (kişisel fikrim cazibesi açısından ilk filmdeki Sandra Peabody'nın yanına bile yaklaşamadığı yönünde) ve ailesiyle tanışıyoruz ilk. Mari, kâğıt üstünde orijinalinin tam tersine hoppa olmayan, sessiz ve çekingen biriyken, yönetmen neden kızcağızın orasına burasına yaptığı zoomlarla seksi bir imaj yaratmaya çalışmış onu pek anlayamıyoruz gerçi ama olsun, biz buna yormayalım kafayı. Mari, kız arkadaşı ile beraber babasının arabasını alıp şehre indiğinde, hafif-meşrep Paige'in bıdıbıdısı üzerine onla birlikte mecburen markette tanıştıkları Justin'in otel odasına geliyor. Derken içeri Justin'in hapishaneden yeni kaçmış babası, kız arkadaşı ve erkek kardeşi girince ortalık şenleniyor. Ormanda yaşanan uzunca bir arbedenin ardından Paige öldürülürken Mari, tecavüze uğruyor ve ölüme terk ediliyor. Bulundukları yerdeki tek ev de Collingwood Ailesi'ne ait olduğu için ekibimiz kendilerini bir süre sonra kızlarına yaptıklarını anlayacak olan Mari'nin ailesinin evinde kalırken buluyorlar. Anne-baba gece ilerlediğinde ve durumu anladıklarında kararlarını vermekte gecikmiyorlar ve katil-kurban rolleri birkaç dakika içinde değişiveriyor.
Bu noktada ilk film gibi yenisi de seyirciyi Collingwood Ailesi'yle empati kurmaya itiyor ve izleyici de aynı ahlâki tartışmanın içinde buluveriyor kendini: "kızlarına işkence edilen ailenin yerinde olsaydınız aynısını - hatta da daha da kötüsünü - siz de o adamlara yapar mıydınız?" Gerekli şartlar sağlandığı takdirde en normal, en iyi gözüken insanın bile içindeki şiddetin ortaya çıkmasının çok zor olmadığına ilişkin klasik mesajın değil rahatsızlık vermesi, işini etik kısmını bir kenara koyarsak, ailenin yaptıklarının seyircide kişisel bir haz yarattığını bile söylemek mümkün. Hoş zaten daha en başından kötü adamlarımızın şeytaniliklerinin altı kalın kalın çizildiğinden kendilerine en ufak bir sempati beslememizin önü kesilmiş oluyor.
Yeniden çevrimler sürekli olarak ilkiyle kıyaslandığından her şeyden önce o eserin başlı başına bir film olduğu gerçeği çoğu zaman göz ardı ediliyor. Durum böyle olunca çok orijinal, özgün bir bakış açısı yakalamayı başaramamışsa kendini pek zor yarandırıyor yeni eser. İzlemiş olanların birçoğu belki bana bu konuda katılmayacak ama çıkış noktasını Craven'ın eserinden alan 2009 yapımı "Soldaki Son Ev", bir yeniden çevrim olduğunu hissettirmeyen, özgünlüğü tartışılabilir olsa da en azından orijinaline körü körüne bağlanma yolunu seçmemiş başarılı sayılabilecek bir yapım. Hatta başarısını da ilkinin aksi yönde bir tutum sergilemesinden alıyor. Craven'ın mizahi denemelerle, abartılı şiddet sahneleriyle ve kabul etmek gerekirse zayıf diyaloglarla süslediği eserinin aksine son derece ciddi bir havası, anlamsız diyaloglara prim vermeyen bir duruşu var. Altından kalkamayacağı bir yükü sırtlanmak istemeyip eğreti durabilecek bir mizahla yamamaya çalışmamış olması da cabası.
Peki, şiddet ve vahşet konusunda ne oranda sadık? Biz artık sinemada "Saw" ve "Hostel" gibi seriler ve izinden giden filmler sayesinde şiddetin her türlüsüne alıştırıldığımız için yeni filmin de kan ve şiddet konusunda elini korkak alıştırmayacağı kanısındaydım. Bereket versin şiddet açısından kontrollü bir tutumu olan Soldaki Ev, orijinal yapımın dehşet verici, çoğu zaman mide bulandırıcı havasından oldukça uzak, gerilim türüne daha yakın bir yerde duruyor. Sondaki sahne belki Craven'ın yaratıcılığına yaklaşıyor ama onun da biraz göstermelik ve lüzumsuz olduğu kanısındayım.
Ayrıca her konuda orijinal filmin yerini tutmadığına dair eleştiri getirilebilir ancak sanmıyorum ki zamanında düşük bütçe nedeniyle ucuza oynattığı oyuncuların ortaya koydukları işle yeni filmdeki kadronun oyunculuğunun kıyas götürmediği gerçeğine yeniden yapımı beğenmeyenler bile ağız burun kıvırsınlar. Gerçekten de Wes Craven'ın karton karakterleri, onları canlandıran oyuncularla gerçekçi olmaktan çok çok uzakken bu filmdeki ekipte belki bir iki isim dışında oyunculuğu aksayan birinin olduğunu iddia etmek çok zor. Özellikle, fiziksel olarak feci halde Julia Roberts'ı andıran ve filme bir Pretty Woman edasıyla başlayan Monica Potter, karakterinin yaşadığı dönüşümü yansıtmakta korkutucu derecede başarılı.
Elbette Craven'ın orijinal yapımının die-hard fanları için tatmin edici olmaktan uzak yeni "Soldaki Son Ev", ama bir yeniden çevrim olarak değil de bağımsız bir yapım olarak ele alındığında, mesajını son derece ciddi ve etkili bir biçimde iletmeyi, üstelik de bunu temel aldığı ilk filmin yapısını ters yüz ederek başardığı kanısındayım.