Hesabım
    Yumurta
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Yumurta

    Sıfır Noktasında bir Yumurta

    Yazar: Bige Akdeniz

    Nuri Bilge Ceylan'ın Kasaba'sı ve Mayıs Sıkıntısı'sı ile başlayan, Reha Erdem'in Beş Vakit'i ile devam eden minimalist ve felsefi kasaba ya da köy filmlerine yeni birisi daha eklendi: Yumurta. İlginç bir şekilde Türk yönetmenlerin eline yakışan estetik bir formülü var bu filmlerin. Türk Sineması'nda klasik hikaye anlatımında elde edilememiş ulusal ve uluslar arası ödüller bu türden anlatımı benimseyen filmlerce elde edildi.

    Gerçek zamanda çekilen tek planlı uzun sekanslar, bol bol yalın doğa görüntüleri, sade oyunculuk ve filozof-vari bir yönetmen varlığı. Hikaye aktarımının daha arka plana atıldığı bu filmlerde, "an"ı izleyiciye yaşatmak daha önemli bir hale getiriliyor. Bir nevi "Zen" filmler de diyebiliriz bu filmler için. Yani filmi izlediğiniz zaman geriye kalanlar sizin anlık çıkarımlarınız, hisleriniz oluyor. Meydana gelen ufak tefek olaylar olsa da, bunları birbirlerine bağlayarak anlamlı bir bütün oluşturmak mümkün değil. Hayata ya da insana dair olayları yaşatan bir anlayışı var bu filmlerin; tüketimine sebep olmak yerine.

    Oluşumu ünlü Rus yönetmen Andrei Tarkovsky'e uzanan, özellikle Alexander Sokurov'un başını çektiği çağdaş Rus Sineması'nın günümüze uyarladığı bir estetik bu. Yani, Ceylan'ın ve Erdem'in nereden ilham aldıklarını görmek istiyorsanız, yüzünüzü Kuzey'e çevirmeniz gerekiyor. Bu sinema stilinin yerinde ve etkili kullanımı ile Nuri Bilge Ceylan'ın ve Reha Erdem'in hafızalara kazınan filmler üretebildiklerine şahit olduk. Bu anlatım dili sayesinde, her iki yönetmen de kendilerini ifade ederken, Türkiye'ye özgü mekanları, insanları ve hikayeleri anlatma fırsatını yakaladılar. 

    Semih Kaplanoğlu'nun son filmi Yumurta'nın aynı yoldan gittiği açıkça belli. Bu yüzden tartışmamız gereken, bu estetiğe Türk Sineması adına yeni bir şeyler katıp katmadığı; aynı yoldan giderken yeni açılımlar yakalayıp yakalayamadığı olmalı.

    Kaplanoğlu, Ceylan ve Erdem filmlerindeki etkileyicilikte olmasa bile, bu türden bir estetiği uygularken olabildiğince hakim ve başarılı bir iş çıkarmış. Özellikle böylesi filmlerde olabildiğince organik bir oluşuma dönüşen mekanlar, bu filmde de yaşayan, nefes alan canlılar gibiler.

    Kaplanoğlu'nun, özellikle Nejat İşler'in canlandırdığı Yusuf adlı ana karakter, mekanlar ve olaylar üzerinden felsefi yaklaşımlar getirdiği de aşikar. Doğduğu yer ile barışık olmayan Yusuf'un annesinin ölümü üzerine kasabasına geri dönmek zorunda kalışını ve burada annesi ile ilgilenen akrabası Ayla sayesinde bu ilişkisi ve belki de dolaylı olarak kendisi ile olan ilişkisi ile hesaplaşmasını izliyoruz film boyunca. Kaplanoğlu bu hikaye sayesinde, ait olma hissinden tutun da, statik kasaba hayatına, ucu karşılıksız aşklara kadar giden birçok şeyi kendi vizyonundan süzerek aktarıyor.

    Ancak Yumurta'nın bu estetiği uygularken kendi kendisini nötrleyen bir tuzağa düştüğünü görmeden edemiyoruz. Her ne kadar bir deneyim olarak tasarlanmış olsa da, bu deneyimden bazı sivriliklerin belirginleşerek bizi rahatsız etmesini, duygulandırmasını, kısacası ruhumuza dokunmasının beklentisindeyiz. Mayıs Sıkıntısı'nda Ceylan, ana kahramanın aile ile olan ilişkisindeki duygusal kırılganlığını olabildiğince dokunaklı bir şekilde izleyiciye yansıtabilmişti. Erdem'in Beş Vakit'inde ise ana kahramanlar olan köyün çocuklarının ebeveyn tacizi ile yoğrulmuş yaşantılarındaki kurban kimliklerini ve acılarını hissedebildik.

    Yumurta'da ise, iz bırakan herhangi bir şey yok ne yazık ki. Hatta bazı iz bırakabilecek sahneler (örneğin Yusuf ile Ayla'nın yaptığı yolculuk) olabildiğince törpülenmeye çalışılmış. Sıfırlanmış bir film sinemasal saadet verebilir mi? Bu film bu soruyu sordurtuyor... Sanki filmdeki minimalist tonun ötesine geçebilecek her türlü ifade, duygu sıfırlanmış ve film statik bir çerçeveye hapsedilmiş. Kullandığı estetiğin metafiziksel ve felsefi çekiciliğine kapılan Kaplanoğlu'nun, dramatik hava kazanabilecek ve filmin önüne geçebilecek unsurları engellemek istediği görülüyor. Bunun sonucunda donuk bir film çıkıyor karşımıza... 

    İşte yine bu estetiğe bağlı kalma çabası yüzünden, bazı yerlerinde yapaylıklar da oluşuyor filmin. Mesela oyunculukta. Oyunculuğun olabildiğince doğal bir hava içinde aktarılmaya çalışılmasının sonucunda bazı diyalogların etkilendiği ve zorlanmışlığın izlerini taşıdıkları gözlemlenebiliyor. Donuk yapaylık daha da göze batıyor.

    Yumurta Türkiye'deki ve yurtdışındaki izleyiciyi tatmin edecek bir yapım. Ancak bir yıldız olarak parlamak yerine, güzel bir estetiğin etrafında dönen uydu olmayı tercih ederek, kendi parlaklığını feda etmiş.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top