Ölüm Yarışı
Yazar: Zafer İlbarsDavid Carradine ve Sylvester Stallone'nin başrollerini paylaştığı 1975 yapımı Death Race 2000 adlı sinema filminin yeniden çevrimi olan Death Race, en gözde araçların birer savaş makinelerine çevrildiği, aksiyon severleri fazlasıyla memnun edecek sahneleriyle dikkati çeken bir film havasında.
Filmin başrol oyuncusu Jason Statham, uzun zamandır yüksek bütçeli aksiyon filmlerinin en gözde oyuncularından biri olmuş durumda. İngiliz oyuncunun rol aldığı filmler, deyim yerindeyse "Bir Jason Statham Filmi" tabirini kullanabilecek kadar kendisine bu kulvarda iddialı bir yer edindirdi.
Aksiyon filmleri dönemlerine damga vurmuş oyuncularla anılır. Chuck Norris, Van Damme, Michael Dudikoff gibi. Jason Statham da aksiyon sinemasında bu isimler gibi bir yer edinmeye başladı. Jason Statham'ın rol aldığı çoğu film gibi, bu da beklentileri karşılamakta zorlanmayan bir film olmuş. Ölüm Yarışı ne olduğunu, nasıl bir seyir vaad ettiğini açıkça belli eden bir film olduğu için, türün meraklıları tarafından muhakkak ilgiyle karşılanacaktır. Bu ilginin karşılığını gerektiği gibi veren film, yine de ikinci kez izleme isteği uyandırmayacak derecede -tabiri caizse- çerezlik de bir yapım.
Sinemanın sırtını dayadığı, oldukça akıllıca kullandığı birçok yan sanayinin olduğu malum. Edebiyat, zaten yıllardır gürüldeyen bir membağ gibi sinemanın tasını dolduruyor mesela. Son yıllarda teknolojinin koşar adım ilerlemesiyle bilgisayar oyunlarının da sinemaya kaynaklık ettiğini görmeye alıştık.
Death Race de bir bakıma bilgisayar oyunlarının sinemaya aktarılmasının tersi bir durum mevzu bahis. Sanki sinemayı bilgisayar oyununa adapte etmişler gibi... Film boyunca izleyici mütemadiyen bir video oyunu oynuyormuş hissini yaşıyor. Değişik aşamalarla dolu yarış, bilgisayar oyunlarını andırıyor. Araçlardaki silahların yol üzerindeki simgelerin üzerinden geçtikten sonra kullanılabilir olması gibi özellikler mevcut mesela.
Bir şeyi daha anladık bu film sayesinde. Yolu hapishaneden geçen bir filmin mutlaka olmazsa olmaz bazı durumları var. Hapishane müdürünün çok ama çok kötü bir insan olması, mahpusa düşen kahramanın hemen markaja alınarak kavgaya sürüklenmek zorunda bırakılması, özgürlüğüne karşı bazı ağır bedeller ödemesi gibi.
Bu aslında filmin tamamen aksiyon sahnelerine sırtını dayadığını, geri kalan her şeyin fazla önemsemeden klişelerle doldurulduğunun kanıtı. Elbette önemli olan aksiyon sahneleri, ama bunun dışında senaryoda önemsenmeyen noktalara da en az aksiyon sahneleri kadar önem verilse ortaya çıkan ürün daha iyi olurdu. Hele bazı klişeler var ki gerçekten acayip. Anlatsan spoiler olacak diyorsun kendi kendine. Öte yandan 'anlatsan ne fark eder ki, zaten daha evvel onlarca hatta yüzlerce kez tekrar edilmiş klişe formüller' diye de düşünüyor insan.
Kısaca "aksiyon sahnelerine özenilmiş, gerisi koyverilmiş" bir film Ölüm Yarışı. Film de zaten pür bir aksiyon filmi olduğundan belki diğer zayıflıkları görmezden gelinebilir. Bu tamamen seyirci beklentisine bağlı olarak değerlendirilebilecek bir durum. Amaç sürükleyicilik, hız ve biraz da eğlenceyse tamam. Ama en azından yalama olmuş bazı klişeleri, ilginçliği kalmamış senaryo formüllerini kullanmasalardı diye düşünüyor insan. Ayrıca sürpriz son takıntısının bazen ne kadar vahim sonuçlar doğurabildiğini de görebileceğiniz bir film Ölüm Yarışı.