Deney
Yazar: Serdar KökçeoğluVincenzo Natali imzalı Deney, yapım aşamasından beri çeşitli platformlarda tartışılıyor. "İnsan/hayvan DNA'ları karıştırılarak yaratılan bir canlının, beraber çalışan ve yaşayan iki bilim insanıyla olan insani ilişkisi" olarak duyurulan proje; sadece sinema çevrelerinde değil, bilim ve teknoloji konulu yayınlarda da çok konuşuldu. İlk gösterimlerin ardından genellikle olumlu yorumlar alması, olumsuz yorumların ise kaliteli bir tartışma doğurması, filme olan merakımızı iyice yükseltti.
Deney'in sinemalara gelişinin bu gevşek yaz günlerinin en güzel olaylarından biri olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildir herhalde. Yazımıza devam etmeden önce, filmi ele alırken ister istemez filmin bazı önemli noktalarını açıklayabileceğimizi, henüz izlememiş olanlara iletelim. Hoş, filmin yerli afişleri de bu anlamda az günah işlemiyor.
NERD isimli şirketin iki 'nerd' (fazla çalışkan, asosyal, inek) kurucusunun masaüstünde et çöplüğünü andıran yeni bir canlı üretme çalışmalarını izliyoruz öncelikle. Bu iki kişi hem bilimsel hırslarını hem de hayatı paylaşıyorlar. Tabii şirketlerine NERD ismini veren iki bilim insanının ne kadar özel hayatı olabilirse!
Akşamları soğuk ve gri odalardan kurtulup evlerinin battaniye altı sıcaklığına sığındıklarında, gerçek bir aile olamayışlarının acısını çektiklerini anlıyoruz. Sponsorları tarafından fişi çekilmek üzere olan projelerden dolayı bir çocuk yapma işine girişemedikleri de ortada.
Sonra ortaya bir yaratık fırlıyor. Adamın bir bilim ''adamı'' ciddiyetiyle varlığını onaylamadığı, kadının ise geç kalmış bir anne şefkatiyle yaklaştığı bir karma tür. Derken büyümeye ve büyüdükçe bir kadına, hatta gayet iyi bildiğimiz bir kadına benzemeye başlıyor. Ailenin gizlenen üçüncü üyesine dönüşüyor. Sonra kendisine bakan çiftle özel olarak ilişkiye girmeye başladığında, işler ve ilişkiler karışıyor. Rasyonel bilimsel hırsların yerini bir aşk üçgeni alıyor.
Deney'i izlerken filmin 'deneyselliğinin' bir konuda işe yaradığını düşünüyorsunuz. Şüphesiz filmi ele alan herkes bu konuya değiniyor; Kanada'da büyüyen Vincenzo Natali'nin, Kuzey Amerika'nın kara rağmen kararmış köşelerinde geçen filmi, bir başka usta Kanadalı olan Cronenberg'in filmlerine benziyor. Ciddi bilim insanları, içeriye duyguların alınmadığı soğuk mekanlar, dönüşen etler, vahşileşen yaratıklar...
Öte yandan film iki yetişkin ve bir 'ucube' arasındaki melodrama kayan bir aşk üçgeni anlatmaya başladığında, bir başka ustayı, David Lynch'i hatırlıyorsunuz. Onun vahşi ve gerçeküstü melodramlarını. Deney'in tekinsiz, soğuk bir ciddiyet içinde ele alınmış ilk yarısı ile sıcak, absürd ikinci yarısı yaratıcı bir kontrast oluşturuyor.
Filmin en çok eleştiri toplayan yanı, aksiyonu öne çıkaran son bölümleri oluyor. Halbuki Ursula Le Guin romanlarını anımsatan cinsiyet dönüşümü, bu bölümün yüzeysel bir aksiyona teslim olmasını engelliyor.
Son yıllarda bilim kurgu sineması bir tür 'bilim aksiyon' sinemasına dönüşmeye başladı. Philip K. Dick'in romanları ve 21. yüzyılda ele alınmayı pekleyen pek çok bilimsel konu arada adeta kaynadı. Deney, bazı zaaflarına rağmen ele aldığı çetin konuyu harcayan bir film değil. Dren'i yeteri kadar tanıyamıyoruz ve izleyicinin algısıyla oynamayı başaramıyor hikaye; belki Dren'in vahşileşmesini anlayabilseydik, film kusursuza yakın olabilirdi.
Eskiden uzaydan veya lahımdam bir takım yaratıklar gelirdi, şimdi yaratıkların bilimin aynasında, bizzat onun kanından üretildiği bir çağdayız. Belki yeni türlerin sağlıklı bir şekilde üretilmesi için önce robotların gelişini beklemeliyiz; yoksa bu yeni türler, insan elinde türlü problemlere gebe...