Hesabım
    Şeytanın İni
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Şeytanın İni
    Yazar: Fırat Ataç

    ' Bir adım ileri, iki adım geri' şeklinde tanımlanabilecek kariyer planlamasına 1994 tarihli bağımsız sinema hiti Tezgahtarlar (Clerks) ile başlayan Kevin Smith, aradaki 17 senede Amy'nin İzinde (Chasing Amy), Dogma, Clerks 2 dışında pek de dişe dokunur işlere imza atmadı. Filmlerinin ana hatlarını bolca geyik, çokça tuvalet mizahı ve fazlaca eleştiri üzerine kuran Smith, bunu kendi markası olan karakterleriyle birleştirince kendine has bir hayran kitlesi kazandı. Amerika'da en son Bruce Willis'li Cop Out fiyaskosuyla sinema izleyicisinin karşına çıkan Kevin Smith, Şeytanın İni (Red State) ile daha önce denemediği bir türe ele atıyor.

    Korku/gerilim olarak lanse edilen Şeytanın İni aslında istismar filmi elbisesi giydirilmiş bir din/cinsiyet/politika hicvi. Filmin dağıtım haklarını kendi yaptığı açık arttırmayla kendine satarak, film şirketlerine tabir-i caizse 'nanik' yapan Kevin Smith, eldeki 88 dakikalık 'alışılmadık' işin son derece kişisel bir proje olduğunu ispatlamıştı. Bu hareket, çalkantılı kariyeri için muhtemel bir son ve nefret edenlerinin çoğalması anlamına gelmesine rağmen geri adım atmayan yönetmen, sevmediği bütün kurumlara sırayla 'ayar verdiği' bir filme imza atmış. Bunun içerisinde daha önce Dogma ile dokunduğu kilise, kökten dinciler, eşcinsel karşıtları hatta bizzat devlet de var.

    Şeytanın İni, şaşılmayacak biçimde genç erkeklerin seks hakkında konuşmalarıyla açılıyor. Hormonlarının tavana vurmasıyla, kısa yoldan cinsel deneyim için yanıp tutuşan üç genç, akıllı telefon ve sosyal medya sayesinde keşfettikleri bir kadınla yatmak için kısa süreli bir yolculuk yapıyorlar. Kadının karavanında yaşanan ufak bayıltma işleminden sonra gözlerini kökten dinci bir grubun ev/kilise karışımı ibadethanelerinde açan gençler, ilk andan itibaren cinsel 'dürtülerinin' peşinden gitmenin cezasını çekmeye başlıyorlar. Michael Parks'ın canlandırdığı Abin Cooper ve ailesinin oluşturduğu bu küçük grup, eşcinsellerden, grup seks arayışındakilere, açık saçık konuşanlardan, normal bir hayat sürenlere, kısacası kendilerinin kutsal görmediği şeyleri yapanlara karşı büyük bir nefretle dolu. Tayland'ı vuran tsunaminin nedenini ülkede pedofili oranının yüksek olmasına bağlayacak kadar karanlık bir zihne sahip olan bu insanlar, kararı kendileri veriyor, cezayı da kendileri kesiyorlar.

    Filmin ilk yarısını kilisede yaşananlar ve Abin Cooper'ın tüyleri diken diken eden vaazlarıyla geçirince birinci görev tamamlanıyor. Artık seyirci de bu yobaz gruptan nefret ediyor. Kevin Smith'in istediği tam olarak bu çünkü artık sırada devlet görevlileri var. ATF (Alkol, Tütün ve Ateşli Silahlar Bürosu), evlerinde silah bulundurdukları şüphesiyke -ki şüphelerinde çok haklılar- kilisenin kapılarına dayanınca olaylar çığrından çıkıyor. Emir komuta zincirinin ortaya çıkardığı kararlar ve bu kararların muhtemel sonuçları göz önüne alındığında artık karşınızda iki nefret noktası duruyor. Bu iki noktanın karşılaşması ise filmin eksenini, Kevin Smith'in acemice kararlar verdiği aksiyon tarafına kaydırıyor.

    Mermiler havada uçuşmaya, ölü insan bedenleri bir bir yere düşmeye başladığında bunu etkili hale getirebilecek bir yönetmenlik hamlesi arıyorsunuz ama nafile. Kevin Smith'in önceki filmlerindeki geleneksel sinemaya yakın duran oldukça statik halin birkaç deneme ile değiştirilmeye çalışıldığını farketmemize rağmen, net bir başarıdan söz edemiyoruz. Bu noktada insanın aklı ister istemez 2005 tarihli Rob Zombie başyapıtı Vahşet Çetesi (The Devil's Rejects)'e gidiyor. Şeytanın İni ile benzer bir şablona sahip filmin (yine hastalıklı bir aile güvenlik güçleriyle kapışıyor) şanını yürüten çatışma sahnelerindeki harika sinema duygusu, sanki biraz törpülenmiş, kesilmiş, biçilmiş ve önümüzdeki işe eklenmiş gibi duruyor.

    Finaline doğru seyirciyi şaşkınlığa uğratacak bir tercih yapan ve o noktada sonlanması halinde ağızları açık bir güruhun salondan dışarı çıkmasını sağlayacak olan Smith, filmine bir son daha ekleyip İhtiyarlara Yer Yok (No Country For Old Men) vari bir duruş yakalamaya çalışınca çok önemli bir fırsatı tepiyor. Bunun, kendisinin bir röportajında söylediği 'Her zaman Tarantino'nunki gibi filmler çekmek istemişimdir ama Coen Kardeşler'in tarzıyla' cümlesinin bir uzantısı olduğunu görmek pek de zor olmasa gerek.

    İnsanı teslim alan, çatallı ve aldatıcı sesi ile Michael Parks, geçen sene aldığı Oscar'ın bir raslantı olmadığını ispatlarcasına döktüren Melissa Leo, sırf Büyük Lebowski (The Big Lebowski) ve Barton Fink (Barton Fink)'de canlandırdığı karakterlerle bile sinema tarihine geçen 'büyük' John Goodman'ın başı çektiği oyuncu kadrosunda ise en ufak bir problem yok. Yalnızca projenin içerisinde yer almalarının bile seviyeyi yükselttiği düşünülürse, harika performanslar sergilemelerinin işin bonusu olduğunu belirtmek gerek.

    Kevin Smith'in ilk farklı tür denemesi -biraz ergence olsa da- muhalif duruşu ile öncüllerinden kesin bir şekilde ayrılıyor. Sırf bu yönüyle bile şans verilmeyi hakeden Şeytanın İni'ni özellikle özgürlüklerimizle alıp veremediği olan tüm bağnaz kafalara hediye ediyorum. Hiç korkmasınlar, diğer Kevin Smith filmlerindeki gibi cinsel uzuv, gaz çıkartma, eşcinsel şakaları, çizgi roman referansları ve Ben Affleck ile karşılaşmayacaklar...

    firat_atac@hotmail.com / firatatac.tumblr.com

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top