Hesabım
    Hayallerin Peşinde
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Hayallerin Peşinde

    Hayallerin Peşinde

    Yazar: Arzu Çevikalp

    Soyut bir kavram olan mutluluk hakkında çok önemli bir söz vardır; "mutluluk insanın içindedir" diye. Bilir misiniz? Pirüpak ifadeyle ele alacak olursak, kendilerine güvenmeyen kişilerin mutluluğu elde etmesi çok zordur ve ufacık mutluluklarla yetinebilmeyi öğrenmek hayatın düsturlarından biridir. Bu yapılmadığı takdirde sonumuz Revolutionary Road (Hayallerin Peşinde) filmindeki Wheeler'lar gibi olabilir. Tüm bunları bir kenara koyduğumuzda mutluluğa erişmek uğruna her zaman "ben kimim" sorusuna yanıt arayan April özel biri olup olmadığını anlamaya çalışırken şunu unutuyor: mekân değiştirmenin her zaman iyi bir çözüm yolu olmayacağını. Çünkü oranın havasına suyuna alışamamış olmak da var işin içinde. Bir de çatırdayan evliliği mutsuzluğun merkezine oturttuk mu, tamamdır senaryomuz.

    Revolutionary Road (Hayallerin Peşinde) tüm bu sorunları beyazperdeye aktararak, Amerikan Rüyası'nın köklerine iniyor. Neyse lafı fazla dolandırmadan konuya girelim. Richard Yates'in 1961 yılında yayımlanan romanı Revolutionary Road (Hayallerin Peşinde) çabucak modern Amerikan edebiyatının klasiklerinden birisi olarak kabul görmüştü. 1955 yılında geçen Revolutionary Road genç bir çiftin (Wheeler'lar) hayatından yola çıkarak orta sınıfın sert bir eleştrisini yapmaktaydı. Çarpıcı dili kadar, içerdiği hüzün duygusuyla da ilgi gören roman Yates'e kendi kuşağının en önemli ünvanını da kazandırmıştı. Peki neydi romanı bu kadar ilginç kılan?

    Alışılmış bir orta sınıf eleştrisi olmanın ötesinde 50'li yıllarda Amerika'daki politik atmosferin bireyler üzerinde yarattığı etkiyi ele alan roman Amerikan sisteminin insanları nasıl bir kaçış dünyasına hapsettiğini ve bunun yanı sıra konformizme yönelik artışı kapsamlı olarak inceliyor. Zira o yılların Amerika'sı yürürlükteki kurum, ölçüt ve şartlara, kesin olmayan katı kalıplara, eleştrici bir değerlendirmek yapmaksızın uyuyorlardı. Tıpkı Wheeler'lar gibi. Gerçi filmin hem orijinal metne daha sadık kalmasına hem de daha sarsıcı olmasına giden yolu açtığını söylersek çok da abartmış olmayız.

    Frank ile April, evlerine taşındıklarında Frank sinirleri bozulan bir erkeğe dönüşürken, April de mutsuz bir ev kadını olup çıkar. Sonuç hayallerini kaybetmiş tipik bir Amerikan ailesidir. April cesur bir plân geliştirir: Lüks ve konforu bırakıp Paris'in bilinmeyen dünyasına gideceklerdir. Ancak birisi kaçmak isterken, diğeri sahip oldukları her şeyi korumaktan yanadır. Wheeler'ların bastırdıkları idealleri sürdürdükleri hayatla ilgili sürekli tatminsizliğe yol açmakta, evliliklerini tüketmektedir. Evlilik kurumunun işlerliğini sorgulayarak aslında söz konusu meseleleri içinde barındıran Revolutionary Road (Hayallerin Peşinde), şiddetli geçimsizliğe yelken açan bir film.

    Bu nedenle film, "Halayıktan kadın olmaz, gün ağacından odun" atasözüne atfen 50'ler Amerika'sının yıkıcı bir portresi olmaya teğet geçerek, daha ziyade bir evlilik dramasına dönüşüyor. Ülkenin üzerine şekillendirdiği özgürlük gibi kavramın zamanla geçerliliğinin yitirilişi, Amerikan Rüyası'nın nasıl bir yanılsama olduğu Revolutionary Road'un(Hayallerin Peşinde) öncelikli nedenlerinden birisi. Buna karşın, Sam Mendes'in unuttuğu bazı detaylar var. Sözde psikolojik sorunları olan April'ın çocuklarıyla ilgilenmemesi başına iş açarken, adeta "kötü bir anne" kisvesine bürünüyor. Ve maalesef, April'ın iki çocuklu bir anne olduğunu çok sonradan anlıyoruz. Altını çizerek belirtmeliyim ki, hiçbir anne evlatlarını bırakıp gitmez, tam tersine onlara göz kulak olur. Aksi takdirde anne olma sıfatına bile erişememiş olurlar.

    Peki her şeyi anladık anlamasına ama bir yandan annelik, öte yandan hayatın tadının tuzunun olmayışı ve daha da önemlisi filmdeki yasallığın ihlaline ne demeli? Söylenecek laf yok. Çünkü yeniden hamile kalmak April'a göre değil. Sonuç? Kendi kendine kürtaj yapacak noktaya gelmesi ve bunun sonucunda da hayata karşı meydan okuması. Gelin görün ki, Revolution Road'u (Hayallerin Peşinde) etraflıca incelediğimizde bazı gedikleri bertaraf etmekte pek de başarılı olamadığını belirtmek gerek.

    Leonardo Di Caprio ve Kate Winslet gibi büyük oyuncuları tercih eden Mendes sanıyorum ki, filmi bu şekilde kotarmaya çalışmış. Aslında film o kadar yavaş ilerliyor ki neredeyse hiç bitmeyecek gibi. Ağır çekim planlarla daha da ağırlaşan Revolutionary Road (Hayallerin Peşinde), Leonardo Di Caprio ve Kate Winslet oynamasaydı yine de izlenir miydi sorusunu aklımıza getiriyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top