Seni O Kadar Çok Sevdim ki?
Yazar: Ayşegül KesirliBerlin Film Festivali, BAFTA ve Altın Küre Ödülleri derken "Seni O Kadar Çok Sevdim Ki" en sonunda, ülkemizde de vizyona girme imkanına kavuştu. 2003 yılında yayınlanan "Grey Souls" isimli roman ile büyük yankı uyandıran edebiyat profesörü Philippe Claudel'in ilk yönetmenlik denemesi olan film, başarılı sinema dili ve sürükleyici hikayesi ile takdir topluyor.
"Seni O Kadar Çok Sevdim Ki," sigara içen bir kadının yakın plan görüntüsüyle açılıyor. Kadının sigara içme süreci ile jeneriğin iç içe geçtiği filmde, açılış sahnesinde gördüğümüz esrarengiz kadın karakteri uzun uzun incelememize asla izin verilmiyor. Sigarasından her nefes çekişinde araya giren jenerik, kadının görüntüsünü bölerek, başkarakteri tanıma sürecimizi sekteye uğratıyor.
Aslına bakarsanız, bu açılış sahnesi başlı başına "Seni O Kadar Çok Sevdim Ki"nin anlatımını özetleyen bir niteliğe sahip. Niye mi? Çünkü her şeyden önce, filmin ilk yirmi dakikasını, açılış sahnesinde gördüğümüz başkarakter Juliette'in niçin ortadan kaybolduğunu ve evine yerleştiği kadınla arasındaki ilişkinin düzeyini anlamaya çalışmakla geçiriyoruz. İlerleyen dakikalarda, Juliette ile ilgili aklımızda beliren sorular yavaş yavaş cevaplanmaya başlansa da, filmin başlangıcında yaratılan gizemi hiç bir zaman tam anlamıyla çözemiyoruz. Sonuç olarak, film, açılış sahnesinde Juliette'in görüntüsünü jenerik ile parçalarken başkarakteri yakından incelmemize nasıl izin vermiyorsa, gidişat süresince Juliette hakkında sınırsız bilgiye sahip olmamızı da daima engelliyor.
Philippe Claudel'in filmi bu yolla bizi, on beş senesini hapishanede geçirdiğini öğrendiğimiz Juliette'in geçmişi ile ilgili tahmin yürütmek zorunda bırakıyor. Film süresince izlediğimiz iyi giyimli, kibar ve görgülü kadının nasıl olup da kendini hapishanede bulduğunu keşfetmeye çalışarak geçirdiğimiz bu tahmin süreci, ister istemez bilinçaltımızda yatan tüm önyargıların ve toplumdan dışlanan tüm 'ötekilerin' su yüzüne çıkmasına neden oluyor. Böylelikle, Claudel tercih ettiği bu anlatım şekliyle "Seni O Kadar Çok Sevdim Ki"ye eleştirel bir boyut katarken, aynı zamanda izleyenlerin merakını ve heyecanını da hep ayakta tutuyor.
Bununla birlikte, Juliette'in geçmişini soru işaretleriyle donatan "Seni O Kadar Çok Sevdim Ki," başkarakterinin her an patlayabilecek bir bomba olarak algılanmasına da yol açıyor. Genel olarak son derece sakin ve dingin bir ritme sahip olan film, Juliette üzerinden yaratılan gerilimli atmosfer sayesinde temposunu artırırken, zaman zaman çelişkili bir ruh haline bürünmemize sebep oluyor. Juliette'e sempati duymakla, ondan nefret etmek arasında gidip, geldiğimiz gidişat içerisinde, hem kendi düşüncelerimizle, hem farklı karakterlerin bakış açıları üzerinden yansıtılan toplumsal ön yargılarla mücadele ederek garip bir duygu yoğunluğuna kapılıyoruz.
Film süresince hissettiğimiz bu çelişkili ruh hali her şeyden önce başkarakter Juliette'i hem Lea ve Luc'un aile yaşantısının, hem toplumsal düzenin, hem de kendi özdeşleşme sürecimizin neresine oturtacağımıza bir türlü karar veremememizden kaynaklanıyor. Juliette'in hapishaneden çıktıktan sonra kendisini hiçbir yere, hiç kimseye ve hiçbir zaman dilimine ait hissedememesinin filmin her katmanına nasıl derli toplu ve planlı bir şekilde yayıldığı da bu kararsızlıkla ortaya çıkıyor.
Tüm bunlar, "Seni O Kadar Çok Sevdim Ki"nin bir bütün olarak ne kadar iyi tasarlandığını da kanıtlanıyor esasında. Juliette'in hapishanede geçirdiği zaman dilimiyle, içine gömüldüğü yas sürecini birbirine eş değer tutan film, dile getirdiği yan öyküleri ve özenle seçtiği ayrıntıları dikkatle birbirine bağlıyor. Kristin Scott Thomas'ın donuk, sessiz ve kendinden emin performansının, yönetmenin yaratmaya çalıştığı muğlak atmosferle birebir örtüşmesi ise "Seni O Kadar Çok Sevdim Ki"nin bütünselliğini koruyarak her yönüyle etkileyici ve başarılı bir filme dönüşmesine olanak tanıyor.
Son derece yoğun, sarsıcı ve düşündürücü bir film olarak tanımlayabileceğimiz "Seni O Kadar Çok Sevdim Ki," sessiz ve derinden ilerleyen dramatik filmlerden hoşlananların beğenisini kazanacak nitelikli bir yapım. Kaçırmamakta fayda var.