Harry Potter ve Ölüm Yadigarları
Yazar: Mert YeniciHarry Potter'ın ilk kitabı Felsefe Taşı'nı, kitabevinde okul ödevim için kitap ararken öylesine aldığımda ileride bu denli büyük bir fenomene dönüşeceğini tahmin etmek şöyle dursun, kitabın ilk 2 bölümünü okuyup burun kıvırma terbiyesizliğini bile göstermiştim. O dönem başka bir yayınevinden çıkan kitap, ancak film hakları alındıktan, sinema projesi hayata geçirilmeye başladıktan sonra çok satacak yeni baskılarına başlamıştı. 14 yaşındaki birinin hayal gücünün daha geniş olacağını düşünürsün ama kediye dönüşebilen bir kadın ve sokaklarda pelerinle dolaşan insanlar (filmde yer almayan kitabın ilk bölümünde Harry Potter doğunca büyücüler alemi sokaklarda pelerinleriyle dolaşarak kutlama yaparlar) hayal gücümün dar kalıplarına sığmayacak öğeler gibi gelmişler o zaman demek. Büyüdükçe seriye daha çok bağlanmamda Rowling'in hikayeyi her kitapta daha da karanlıklaştırmasının mı yoksa benim dar hayal gücümün sınırlarını genişletecek derinlikte romanlar yazmasının mı etkisi var, bilemiyorum.
J.K. Rowling'in serisi yaklaşık 10 senedir kitapları ve filmleriyle hayatımızda. Karakterler, oyuncular ve hikayeyle birlikte okur kitlesi de bu süre zarfında büyüdü, olgunlaştı, değişti. Hikaye karanlıklaştıkça her yönetmen anlattıkları öyküyü bir ton daha koyuya boyadı sanki. Yates'in de bu bağlamda finale yaraşır karanlıkta bir iş çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Serinin önceki filmlerini yeterince ürkütücü/karanlık bulamayan ben, belki de ilk defa bazı sahnelerde korkup gerilmekten kendimi alamadım. Son bölümde Dumbledore'un gidişinin ardından Voldemort ve müritlerinin, Sihir Bakanlığı ve Hogwarts başta olmak üzere büyücüler dünyasının kontrolünü ellerine geçirmeye başladıkları bir dönemde buluyoruz karakterlerimizi. Artık Muggle'lar da dahil kimse güvende değil. Bu tekinsiz ve tehlikeli ortamda Harry, Ron ve Hermonie de Dumbledore'dan kalan birkaç cılız ipucuyla Voldemort'un ruhunun parçalarını taşıyan Hortkuluk'ların peşine düşüyorlar. Kitabın asıl can alıcı sahnelerin pek çoğu serinin bu bölümünde gerçekleşmiyor fakat gerçekleştiği kadarının da beklenenden daha iyi aktarıldığı kanısındayım ben.
3 sene önce kitaplara elveda dediysek de yazın gösterime girecek olan son bölüm hepimiz için temelli bir veda anlamına geliyor. Bu yüzden de her ne kadar bütün kitaplar ve filmler bünyelerde heyecan yaratıyor olsa da bu film sonun başlangıcını ifade ettiğinden seriyle büyümüş hayranlar için ayrı bir önem, hüzün teşkil ediyor şüphesiz. Her şeyden önce 7. kitaba temel sağlayan ve son kısımda Harry'e nasıl bir yol çizmesi gerektiğini gösteren detaylar 6. filmde es geçildiği için bu filmde mevzuyu nasıl toparlayacakları pek çok kişi için merak konusuydu. Kabul etmek gerekirse kitabı okuyalı da epey olduğu için çoğu detayı net hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla yine geçiştirilen, önceki filmde de temelleri atılmadığı için bu filmde de bahsi açılmayan mevzular var, fakat bunlardan dem vurup Yates ve Kloves'a çemkirmem haksızlık olur, zira ilk defa bu kadar fazla detayı filme sığdırmayı başardıklarını düşünüyorum.
David Yates ve Steve Kloves'un önceki iki filmde benimsedikleri "hikayenin devamlılığını boşver, beğendiğin kısımları kopyala/yapıştır" mantığını ve Half-Blood Prince'teki ergen bunalımlarını ana konudan daha önemli hale getirme çabalarını gördükten sonra açıkçası hikayenin son halkasından da umudumu kesmiştim. Serinin hemen her filminde kalın kitapları 2,5 saate sığdırmaya çalışmaktan ileri gelen handikap, Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nda daha da kendini belli ediyordu. Yates hikayeyi o kadar nefes nefese bir hale sokmuştu ki aynı tempoda olacak son filmle ilgili endişelenmemek mümkün değildi. Belki biraz seriden daha fazla kazanma amacıyla ama daha ziyade final kitabının bu kadar süreye sıkıştırılmasının imkansızlığını fark ettiklerinden Deathly Hallows'u iki bölüm halinde karşımıza çıkarmış olmaları bu problemi büyük ölçüde azaltıyor. Bunun getirmiş olduğu rahatlıkla Yates hikayeyi ilk defa baymadan, tempoyu düşürmeden ama saf aksiyona da bulamadan sindire sindire anlatmasını başarıyor. Yer yer serinin en iyisi olarak görülen Cuaron'ın Azkaban Tutsağı'nın dinginliğine ulaşmayı bile beceriyor. Özellikle "Ölüm" ile karşılaşan 3 kardeşin hikayesinin anlatıldığı animasyon bölümü filmin tepe noktalarından biri bana kalırsa. Ne yalan söyleyeyim filmin sanat ve görüntü yönetmenliğini oldum olası beğeniyor olmama rağmen Yates ve ekibinin bu kadar yaratıcı bir işe imza atabileceği de hiç aklıma gelmemişti.
Serinin hiçbir filminde beğenemediğim Daniel Radcliffe de dahil olmak üzere başroldeki genç oyuncuların hepsi karakterleri gibi genç birer yetişkine dönüştüklerini, geçen onca senenin ardından rollerine bürünmekte zorluk çekmediklerini ve artık bu işi rahatlıkla kıvırabildiklerini ilk kez bu kadar net gösteriyorlar. Emma Watson karakteri gereği pek fazla komediye yaslanan bir performans hiçbir zaman vermediğinden, serinin bu bölümdeki ciddiyeti de gene aynı şekilde başarıyla taşıyor. Beni asıl şaşırtan mizah yanı daha ağır olan Ron'a hayat veren Rupert Grint'in de ciddi olmasını gerektiren karanlık sahnelerde en az esprili olan sahnelerde olduğu kadar başarılı olması oldu.
Kitapların derinliğinin serinin çoğu filminde yakalanamaması, atlanan önemli detaylar ve romanların ruhunu asla yakalayamaması sebebiyle sinema projesine her daim burun kıvıran benim de dahil olduğum hard-core fan grubunun Deathly Hallows'un ilk kısmından memnun kalacaklarını umuyorum. Şayet Yates, yazın gösterime girecek serinin son filminde geriye kalan mevzuları toparlamayı başarır ve bize ağzımızın sularını akıtacak kitaptaki kalitede epik bir savaş sunarsa hayranların ahını almadan alnının akıyla bu macerayı sonlandırmayı başaracak bana kalırsa.