Hesabım
    Justice League: Adalet Birliği
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Justice League: Adalet Birliği

    DC Bu sefer şeytanın bacağını kırdı mı?

    Yazar: Fatih Yürür

    Kanımca son yılların en talihsiz projelerinden biri olan Justice League: Adalet Birliği’ne dair kafalarda koca koca soru işaretlerinin tünemesi hiç de yanlış değil! Yönetmen Zach Snyder’ın yaşadığı derin talihsizlik, daha ilk solo Batman filmine kavuşmadan, projeye inancını yitiren ve “bir gittim bir kalıyorum” geyikleri döndüren Ben Affleck’in dengesiz tutumu, ekseriyetle bir yıldan uzun süredir aşağı yukarı aynı görsellerle servis edilip, tanıtım sürecinin daha ilk düzlüğünde sündürülen görsel curcuna… Dürüst olmak gerekirse JL, izleyicinin manevi bağını gevşetme konusunda bir dünya markası olabilir(di) fakat göründüğü kadarıyla, sonuç beklenenden biraz daha farklı olmuş olabilir…

     Yönetmen Snyder’ın yeni nesil DC güzellemelerinin ardından (Özellikle Batman v. Superman: Adaletin Şafağı sonrasında) yediği tekme tokadın ve prodüksiyon sürecinde yaşadığı talihsizliğin ardından, projenin başına getirilen ve manevra kabiliyeti epey artırılan Joss Whedon’un ufukta görünmesiyle birlikte; “DC filmleri ne kadar da karanlık a dostlar!” tezinin de hızlı bir şekilde çürüyeceğini düşünmüştük. Bu ton değişiminin DCCU bünyesine iyi geleceğine inanabilmek biraz zordu. Öyle ya! Whedon’un elindeki malzemeyi, karakterlerin ağzına sakız edeceği esprilerle bir nevi kanka komedisi formatına büründürmesi an meselesiydi! Ayrıca, daha önce sadece Suicide Squad ile eklektik sinematik evren talimi yapma şansı bulabilmiş DC için, Whedon’un şaka malzemeleri bile yeterli kalamayabilirdi!

    Nitekim Justice League: Adalet Birliği’nin sinemasal muadili olan, Whedon’un bir başka süper şaka dükkanı Yenilmezler; sadece eğlenceli bir öykü evreninin birleşiminden ibaret bir yapım değildi. Serinin dört ana karakterinden üçünü aynı sinematik evrende solo maceraları ile izleme şansı bulduğumuz, kısa sürede tanıdığımız, babamızın oğlu bellediğimiz gerçeğini es geçmemek gerekir. Yenilmezler, “Karakterin doğum öyküsü” gibisinden son derece ağır bir yükü sırtından atmış, ritmini bulmuş bu sebeple de karakterlerin birbirlerini yiyip bitirme sürecindeki motivasyonu da garipsemediğimiz bir seriydi. Bu sebeple de arka bahçesi, daha fazla gevezeliğe ve daha fazla harekete müsaitti!

    Justice League: Adalet Birliği için ise durum ne yazık ki epey farklıydı! Sinematik evrenin harcı maiyetindeki Man of Steel ve Batman v. Superman: Adaletin Şafağı haricinde, geçtiğimiz aylarda ilk çetin solo mücadelesini veren ve bu sınavdan da alnının akıyla çıkan Wonder Woman ile şeklini bulmaya başlasa da; DCCU’nun henüz Marvel kadar esnek bir oyun alanı yok! Diğer yandan Justice League: Adalet Birliği, üç farklı ve yeni karakterin de ağırlığını omuzlarında taşıyor. Takımın beyni olan Batman’in de orijin öyküsünün halihazırda yeniden detaylandırılmadığı düşünüldüğünde (evet ne yazık ki BvS’nin bıraktığı mirastan daha fazlası yok elimizde) çok fazla sürprize gebe bir yapım var karşımızda. Yapımcıların, önümüze sunulan bu hediye paketlerinin hepsini tek seferde açmayacağı da malum. Dolayısıyla hem ağzı hem de eli kalabalık bir proje olan Justice League: Adalet Birliği’nin, bizleri heyecanlandırdığı kadar, alenen gözümüzü korkutması da anormal değil!

    Yine de izleyici olarak en temel korkularımızı perdede görmemiş olmak cesaret verici. Yapımcılar da DC Sinematik Evreni’nin girmiş olduğu parodi olma sürecinin sonunu nihayet görmüş olacaklar ki, bu açık ara en riskli ve en umutsuz DC projesini direkten döndürebilmek adına ellerindeki tüm kozu bonkörce kullanmaktan çekinmemişler. Bu parodinin ana malzemesinin garip bir biçimde kendilerini gereğinden fazla ciddiye alma tutumu olduğunu da nihayet kabul etmişler. Daha doğrudan bir tabirle, hem adaletin hem de DCCU’nun şafağı bu filmle birlikte sökmüş gibi görünüyor! İtiraf biraz hızlı geldi biliyorum ama serinin üzerinde dolanan karabulutların verdiği sıkıntının üzerine; öykü evrenine ufaktan aydınlığın geldiğini söyleyebiliriz! Ne de olsa gözlerimiz bizi yanıltmaz!

    Bu konuda hem yapımcılara hem de seriye ışık tutan yapımın bir anlamda Patty Jenkins’in kotardığı Wonder Woman olduğunu söylemek de pek yanlış olmaz. Hatta Whedon’un parmak değdirdiği yerlerin izlerine bakarak, geçmişten ders alındığını bile söyleyebiliriz. Daha da ileri gidip, çılgınca bir varsayımda bulunabilir ve Justice League: Adalet Birliği’nin, belki de son yıllarda izleyici reaksiyonlarını en fazla ciddiye alan ve bu eleştiriler doğrultusunda en sık makyajlanan filmlerden biri olduğunu da iddia edebiliriz. Tabi bu kimya her ne kadar izleyiciyi memnun edecek gibi görünse de; gerçekten de kendi kimliğinden, orijinalliğinden taviz vermeyen bir uyarlama olup olmadığı sorusunun cevabı hala biraz havada!

    Suicide Squad’ı işin dışında tutacak olursak, karşımızda DCCU’nun en dolaysız girizgahlarından birinin duruyor. Tüm karakterlerin kişisel öyküsüne geniş geniş yer vererek seriyi daha ilk adımda hantallaştırma alışkanlığı nihayet terk edilmiş. Bu radikal hamlenin, serinin akıbetine dair önemli eksileri olduğu kadar artıları da var tabi. Tamam! JL kesinlikle kendisini gereğinden fazla ciddiye almıyor. Hatta Whedon’un öyküye hibe ettiği mizahın dozajı, beklenildiği gibi kimi zaman haddini aşabiliyor. Bütün bunlarla birlikte, bu zamana kadar karşımıza çıkan ve neredeyse her hamlesiyle Marvel Sinematik Evreni’ne cevap yetiştirme kaygısı taşıyan DCCU cenahı; ilk defa kendi ritmini bulabilen ve yeni karakterlerinin izleyiciye yabancı kalmasına da müsaade etmeyen bir filmle karşımıza çıkıyor. Yine de çok karakterli, çok mekanlı ve sürekli olarak hareket halinde olan bir öykünün handikaplarını da üzerinde taşıyor. Her ne kadar çetrefilli, derinlikli bir süper kahraman öyküsüne ev sahipliği yapmıyor olsa da; hikayenin satır aralarında patlak veren bayır aşağı koşturmaca, algılarınızı bir miktar yorabilir.

    Aslında Justice League: Adalet Birliği filminin üç farklı cazibe noktası vardı. Aquaman, Cyborg ve Flash’ı bu seri dahilinde ilk defa perdede görecek olmanın heyecanı kadar “karakterleri batırdılar mı acaba?” sorusunun muhtemel cevaplarının da bizleri korkuttuğunu itiraf edelim. Bu bakımdan “karakter doğuşu” öykücükleri Flash ve Cyborg’un hikayelerini usul usul örtse de, ıncığının cıncığının arasında kaybolmuyoruz ve bu yan öykücüklerin samimiyeti sayesinde, JL’in ana meselesi içerisine dengeli bir biçimde karışıyor. Ezra Miller’ın Flash güzellemesi, beklenildiği ölçüde boşboğaz, sakar, yer yer sinir bozucu fakat iyi beslenmiş “diğer tarafıyla” da üç boyutlu olmayı başarıyor. Ray Fisher’ın Cyborg’u benzer tesiri yaratmasa da, karakterinin hakkını sonuna kadar veriyor.

    Jason Momoa’nın gereğinden fazla bir keyifle ete kemiğe büründürdüğü Aquaman’in cebinde daha ne gibi numaraların olduğunu öğrenmek için ise James Wan’ın kamera arkasına geçtiği solo performansını bekleyeceğimiz ortada. Karizmatik oyuncunun bu son derece farklı Aquaman çeşitlemesi ile münasebeti uzunca bir süreye yayılabilir gibi görünüyor. Gal Gadot’nun Wonder Woman’ına zaten fazlasıyla ısınmıştık fakat Ben Affleck’in Batman’inde hala bir şeyler eksik gibi geliyor. Elbette BvS örneğinde olduğu gibi etrafa kusan, yang enerjisi ile bulunduğu ortamı yakıp yıkan bir Batman yok karşımızda fakat Justice League, özellikle New52 serisindeki aklı selim Bruce Wayne’den hala fersahlarca uzakta. Kim bilir, belki Wayne’in kalıbını tam anlamıyla bulduğunu görebilmemiz için, şu sıralar Matt Reeves’in ellerine teslim edilen yeni Batman filmini beklememiz gerekecek.

    Sözün özüne gelecek olursak eğer, DCCU için enkazın eşiğinden dönmesi yetmemiş, tam anlamıyla “süper kahramanlık müessesesi ile barışı sağlamış” bir yapım duruyor karşımızda. Hatta bir bakıma, son yıllarda konuşkanlık dozajını aşan ve stereotiplerin ağına düşen DCCU için “olgunluk dönemini” işaret eden bir film bile olabilir. Karakterlerin sinemasal arenada kazanacağı manevra kabiliyeti sayesinde oyun alanı daha da genişleyecek gibi görünen DCCU’nun en önemli vaadi ise bu sefer izleyiciyi eğlendirmeyi bir çeşit ucuzluk olarak görme alışkanlığını terk etmiş olması… Bizlere de “iyi eğlenceler” demek düşüyor bu durumda!

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top