Hesabım
    Tutku Günlükleri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Tutku Günlükleri
    Yazar: Melis Zararsız

    Toplum tarafından dışlanmış karakterleri konu eden romanlarıyla ünlenen, zamanında gazetecilik de yapmış olan ünlü yazar Hunter S. Thompson'ın aynı adlı romanından uyarlanmış bir filmle karşı karşıyayız bu hafta. Yazarın 1950'lerde, henüz 20'li yaşlarındayken yazdığı bu yarı otobiyografik roman, ancak 98'de yayınlanıyor, filmleştirilme düşüncesi ise sayısız yıl, yönetmen, oyuncu eskitiyor. Aslında filmin başrol oyuncusu Johnny Depp'in başının altından çıkıyor hep bunlar. Kendisi yine yazarın kitabından uyarlama olan "Vegas'ta Korku ve Nefret (Fear and Loathing in Las Vegas)" filminin çekimleri esnasında buluyor The Rum Diary kitabını ve üsteliyor bunun da film haline gelmesini... Yazarın hayranı kendisi çünkü... Onunla özdeşleşmeyi seviyor. Allah sonunu benzetmesin diyelim çünkü Thompson 2005'te kendisini silahla vurarak öldürüyor.

    Filmin yönetmenliğini üstlenen ve senaryosunu uyarlayan Bruce Robinson ise 1986'da yazıp yönettiği "Withnail and I" adlı bir kaybedenler öyküsü/filmi ile ünlenmiş, 1992 yılında ise Jennifer Eight adlı filmi yönetmiş, o yıldan bu yana tekrar yönetmenliğe soyunmamış, aslen başarılı bir kalem. Kitabın "kaybeden" ruhuna uygun bir yönetmen diyebileceğimiz Robinson, Tutku Günlükleri (The Rum Diary) filminin kendi hayatına olan etkisi için şöyle söylüyor: Filmi çekmeye başlamadan önce altı yıl boyunca ağzıma içki koymamıştım, film bitene kadar yine içmeye başladım ve bittiğinde yine bıraktım." Evet içki, zira Tutku Günlükleri, içki, uyuşturucu, romantizm, cesaret, bohem bir hayat tarzı... gibi konuların bir araya gelmesinden oluşuyor.

    Filmin konusunu kısaca özetlememiz gerekirse, 1960'larda, aslen New York'ta yaşayan ama orada aradığını bulamayan alkol bağımlısı gazeteci Paul Kemp (Johnny Depp), şansını Porto Riko'da denemeye karar verir. Burada güç bela basılmakta olan bir yerel gazeteye başvurur ve başvuran tek kişi olduğundan işe alınır. Zamanının çoğunu içki içerek ve yeni tanıştığı ama tam da kendisine göre olan iş arkadaşı Bob Sala (Michael Rispoli) ile takılarak geçirir. Gazetede ondan beklenen, adadaki bowling turnuvalarını ve astroloji köşesini yazmasıdır ama Kemp bundan fazlasıdır elbette. Güç bela ayakta durmakta olan gazeteyi hayata döndürmek için tam da içinde olduğu, birebir deneyimlediği yozlaşmışlığı yazmak, gerçekleri açığa çıkarmak ister. Bu sırada şaibeli müteahhitlik projelerini halka sevimli sunmak için Kemp'in iyi kaleminden faydalanmak isteyen zengin ve yakışıklı işadamıyla arkadaşlık kurup, çevirdikleri dolapları öğrenip gazetesinde yazmak isterken işadamının nişanlısı Chenault'a (Amber Heard) tutkuyla karışık aşık olur, zaten amaçsızmışçasına yaşayan Kemp, şimdi tek amacı ona ulaşmakmış gibi bir havaya bürünmüştür . Bir yandan ise bir yazar olarak kendi sesini bulmanın peşindedir, onu bulduğunda, sanki hayatında bir türlü rayına oturamamış her şey yerini bulacaktır...

    Filmdeki hikayenin geçtiği dönemin özelliği şu: Karayipler hızla değişiyor. Küba Castro'ya yenik düşüyor ve adalar çok kıymetli. Varlıklı aileler ile çalışan kesimin arasındaki uçurum gün geçtikçe büyüyor. Kemp de kendisini bu uçurumun tam ortasında buluyor.

    Film, ilk sahneden itibaren sizi çekiyor aslında, hem Johnny Depp'in varlığı (ki son zamanlarda Karayip Korsanları ve benzeri popüler filmlerle kafamızda ikonik bir hale bürünse de bu filmde Paul Kemp karakterini üzerine büyük başarıyla giyebilmiş ve o simgesel karakterleri bize hatırlatmadan yoluna devam edebilmiş bir oyuncudan bahsediyoruz), hem filmde yer alan mizahi öğeler, hem bolca zeki ve entelektüel diyalog, hem de neredeyse Felekten Bir Gece (The Hangover)'ı hatırlatan Porto Riko'da çekilmiş "technicolor kartpostal" görüntüler sizi filmin içine çekiveriyor. Sorun şu ki, film belirli bir tempoda ilerlerken, bir süre sonra tempo düşüyor ve siz kendinizi birbirinden epeyce farklı birçok konunun içinde, yorulmuş ve sıkılmış buluyorsunuz. Horoz dövüşleri, uyuşturucu alınca yılan gibi uzayan diller, saykodelik görüntü ve müzikler ve gerçekten çok ciddi dile getirilmiş güzel diyaloglar, hani güncel ve yerli bir örnek vermek gerekirse, Kaybedenler Kulübü'ndeki Kaan ve Mete'nin diyaloglarını andıran felsefi sohbetler, sonra birden bire yine bir Felekten Bir Gece tadı, espriler, abartılar, eğlenceli görüntüler, sonra ciddiyet, politika, düzene başkaldırı, basının düzendeki yeri...

    Neşeli araba takip sahneleri, tropik adanın renkli görüntüleri, özel efektlerle süslenmiş saykedelik sanrılar, filmin izleyiciyi yakalayan yanları evet, ama bu film, içerdiği şiddet, bağımlılık yapan maddeler ve seks öğelerinden dolayı bir aile filmi değil, Felekten Bir Gece'cileri sevindirecek kadar "kaba" bir üslubu da yok mizahında, komedi desen değil, dönemin konusu ve politik yaklaşımlarına rağmen kesinlikle bir drama da değil. Aynı zamanda filmin, "ne olacak şimdi, nereye bağlanacak, bize ne anlatmak istiyor" gibi sorularla yaklaşan izleyiciye de hiçbir şey vermeyeceğini baştan belirtelim. Bu film yarı otobiyografi olmasının da, bohem bir roman yazarının, amaçsız ve bohem bir karakteri anlatıyor olmasının da etkisiyle, tam da karakteri gibi, amaçsız ve bohem bir film. Bana sorarsanız film, hayatın ta kendisi gibi. Bir şeyler oluyor ve bu olan şeyler değişik, ilginç, renkli ve çekici. Bazen çok sıkıcı. Bazen çok ciddi, bazense boş ver gitsin diyebilecek kadar umursuz.

    Hayat aslında film gibidir ama filmler bazen hiç de hayat gibi değildir. Düzenli, başı sonu olan, tutarlı, niyeti belli ve bir mesaj içeren filmler izlediğimizde tatmin oluruz ama hayat böyle midir ki? Tutarlı mıdır, niyeti belli midir, hayır, sadece bir şeyler olur, başımıza bir şeyler gelir ve bu başımıza gelenler bazen çok ilginç bazen çok durağan bazen de çok saçma olur. Kimliğini bulmaya çalışan Kemp gibi, film de kimliğini bulmaya çalışıyor şeklinde yaklaşabilirsiniz Tutku Günlükleri'ne, bu kendini bulmaya çalışma esnasında da izleyicinin ilgisini kaybetme olasılığı yüksek, ama bu "beni böyle sev seveceksen" tarzında bir film.

    İşte size Tutku Günlükleri. İşinize gelirse...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top