Hesabım
    Bahçemdeki Ateş Böcekleri
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Bahçemdeki Ateş Böcekleri

    Bahçemdeki Ateş Böcekleri

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    Mastırımın ilk sömestirinde aldığım Senaryo 101 dersini hatırlıyorum. İlk uzun metraj senaryolarına imza atmak üzere olan yeni yetme film öğrencilerinin çoğu ya Tarantino'dan etkilenen bir Ucuz Roman kopyası yazmaya uğraşıyordu, ya da kendi yaşamlarından esinlenen otobiyografik, dürüst ve içten bir drama yazmak için kolları sıvıyordu. Senaryo hocamızın daha yirmili yaşlarına yeni girmiş olan onlarca yaşam deneyimi tüccarına gayet basit ve bence yerinde bir nasihati vardı: "Kendi yaşamınızın küçük detayları otomatikman başarılı ve ilgi çekici bir senaryoya eşit değildir". Kelimesi kelimesine hatırlamıyor olabilirim, ama alıntı aşağı yukarı doğru.

    Kısacası sübjektif bakımdan bize harikülade ve çok enteresan gelebilecek bazı deneyimler bizi tanımayan, aynı deneyimlere objektif bir bakış açısıyla yaklaşan seyirciyi de hemen aynı oranda büyüleyeceği anlamına gelmez. Hani bazen yakından tanımadığınız bir ailenin evine ziyarete gittiğinizde foto albümü çıkar ortaya. Albümdeki her doğumgünü, piknik, mezuniyet gelip geçtiğinde ailenin gözlerindeki nostaljik parıltı ışıldadıkça ışıldar. Aile fotoğraflara bakarak derin ve duygusal yaşam yolculuğuna devam ederken siz çaktırmadan saatinize göz atmak için akla karayı seçersiniz ve aklınızdaki tek düşünce tatlıya zaman gelip gelmediğidir.

    İşte bu tür ilk yazım deneyimi kendini "orjinal" hikayesinin ana kahramanı ilan eden, beyazperdeyi kişisel psikoterapisi için bahane olarak kullanan otobiyografik bozuk aile dramaları hakkında benzer bir yaklaşıma sahibim. Nedense kısa filmlerden uzun metraj yönetmenliğe adım adan bir sürü yeni yönetmen ilk büyük projeleri için kendi küçük hayatlarını ekrana koymaya karar veriyor. Bu biraz kendini beğenmiş sinema türünün çok örneği var ama hemen aklıma gelen ilk isimler Mürekkep Balığı ve Balina ile Elde Makas Koşmak. İlk uzun metraj projesine imza atan yönetmen Dennis Lee'nin adını Robert Frost'un aynı isimli şiirinden alan Bahçemdeki Ateşböcekleri de aynı tür otobiyografik aile draması yolundan gidiyor.

    Film, çocukken yazar babası Charles (Willem Dafoe) tarafından psikolojik bakımdan incitilen yazar Michael'ın (Ryan Reynolds) evini ziyarete gittiği sırada annesi Lisa'nın (Julia Roberts) hazin bir trafik kazasına kurban gitmesinin ardından geride bıraktığı ailesi ile tekrar kişisel bir bağlantı kurmaya çabalamasını anlatıyor. Dennis Lee'nin nasıl olup filmine koymayı becerdiğini anlamadığım onca yetenekli oyuncu ile dolu milyonlarca dolarlık filmi, küçük bir foto albümüyle pratik anlamda paralel değil tabi ki, ama süresi boyunca çaktırmadan saatime bakıp tatlı servisinin ne zaman yapılacağını merak etmedim değil.

    Lee'nin çocukken babası tarafından incitilmesi, büyükken yeğenleri ile kestanefişekleri kullanarak balık avlaması (etik bakımdan beş yıldız, bravo!) yaşamının vazgeçilmez acı-tatlı deneyimleri olabilir, ama kendisini tanımayan seyirci için gayet hareketsiz, düz ve sıkıcı bir senaryoya yol açıyor. Üstüne üstlük masa örtüsü ve bulaşık eldivenleri gibi mutfak eşyalarının bir ailenin bozukluğunu tasvir etmek için metafor görevi gördüğüne ilk kez şahit olduğum bazı diyalog seçimleri tembel bir yazarlığı da ortaya koyuyor. Filmin kadrosu gayet güçlü olmasına rağmen (Nedense her ciddi role büründüğünde sakal bırakan Ryan Reynolds hariç) senaryonun boşluğu oyuncuların elinde var olamıyor. Filmin görsel yapısı bir kaç geniş ve renkli buğday tarlası çekimi haricinde Hallmark kanalı filmlerinden öteye gidemiyor.

    Otobiyografik filmler üzerine olan eleştirim her yapımın aynı olduğu anlamına gelmiyor tabii ki. Mesela Cameron Crowe'un rock yazarlığı deneyimlerini anlatan Şöhrete İlk Adım filmi tekrar tekrar izlemekten haz aldığım muazzam bir başyapıt. Fakat Crowe, haliyle Dennis Lee'den daha yetenekli bir yönetmen olarak rock yazarlığı deneyimleri hakkında bir film yaratmak için neredeyse otuz sene bekledi. Bu sayede o günler hakkında perspektif kazanarak daha objektif bir bakış açısı yakalayabildi.

    Ayrıca konunun çok daha ilgi çekici olması da büyük bir avantaj. Şu iki otobiyografik hikaye önerisine bakın: 1- 15 yaşımdayken Rolling Stone'a yazmak için The Who ve Led Zeppelin ile tura katıldım. 2- Küçükken babam bir kaç kere bana bağırdı. Umarım ki bir dahaki sefere kendi önemsiz hayatını filme çevirmeye karar veren yeni yetme yönetmeni biri durdurur.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top