Hesabım
    96 Saat
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    96 Saat

    96 Saat

    Yazar: Ali Ercivan

    Son yıllarda, yönetmen kimliğinden ziyade, Fransa'da geçen türlü aksiyon filminin senarist ve yapımcısı olarak karşımıza çıkan Luc Besson, bir kez daha Amerikan ortaklığıyla kalkışmış aynı işe. Görüntü yönetmenliğinden gelen Pierre Morel'in rejisiyle, Liam Neeson gibi bir Hollywood yıldızının başrolünde oynadığı bir kovalamaca filmi 96 Saat.

    Eski ajan Bryan, yıkılan evliliğinin ardından, kızıyla daha çok vakit geçirebilmek umuduyla emekli olmuştur. Fakat kimseye güvenmemesinden dolayı aşırı kontrolcü bir babadır ve bu hali, kızıyla arasına hep bir mesafe koymaktadır. Kızı Kim, arkadaşlarıyla birlikte Fransa'ya tatile gitmek istediğini söylediğinde önce yine karşı çıkar. Ancak kızının kalbini kırıp onu kendisinden iyice uzaklaştırdığını görünce, belli şartlarla rıza gösterir.

    Tahmin ettiğiniz üzere, bu şartlar, Kim daha Paris'e ayak basar basmaz kendini kadın ticareti yapan bir mafyanın ağında bulunca geçersiz kalacaktır. Bağlantılarını kullanarak hemen Paris'e gelen ve ipuçlarını takip ederek kendi başına kızını bulmaya çalışan Bryan, kaçırılmasının ardından gelen ilk 96 saat içinde kızını bulamazsa, muhtemelen onu bir daha asla göremeyeceğini bilmektedir.

    Bugün artık bu tür aksiyon filmlerinin iki temel referansı var sanırım. Boy ölçüşmeye çalıştıkları ya da kendilerine örnek aldıkları iki örnek de diyebiliriz buna. İlki şüphesiz Jason Bourne serisi; diğeri de "24" adlı TV dizisi. Aksiyon sahneleri ve takip sekansları, müzik kullanımına kadar Bourne filmlerini hatırlatıyor bu tür filmlerin. Yakın zamanda Bakış Açısı (Vantage Point) filminde de fark etmiştik bu benzerlikleri. Liam Neeson'ın inandırıcı şekilde canlandırdığı eski ajan da, kızını kurtarmak için mücadele eden, biraz daha yaşlı bir Jack Bauer aslında.

    96 Saat'in, hiç özgün gözükmemesi dışında, çok daha temel bir sorunu var ki, bizi hiç şaşırtmadı doğrusu. Luc Besson geçmişte de iyi bir senarist değildi; şimdi de değil. Kendi yönettiği kimi filmlerde, teknik becerisiyle kusurlarını örterdi. Ama Beşinci Element'ten bu yana gerçekten başarılı bir işe imza attığını söylemek zor. Senarist ve yapımcı olarak imza attığı bu son film de, akıl almaz senaryo boşluklarıyla aynı kaderi paylaşıyor.

    Kendini Fransız polisi olarak tanıtarak, uzun süredir Paris'te çalışan Arnavut mafyasıyla pazarlığa girişen Bryan'ın aksanından Fransız olmadığı pekala belliyken mesela, herkes onun oyununu nasıl yutuyor, inanmak mümkün değil. Bu gibi detaylar o kadar göze batıyor ki, filmin inandırıcılığını oldukça zedeliyorlar.

    Kabul etmek gerek, özellikle sona doğru yaklaşırken, heyecan hissettirmeyi başarıyor 96 Saat. Tek beklentisi bu olan birini memnun da edebilir. Fakat yabancı düşmanlığına (Arnavut kadın tüccarlarından, zengin ve sapkın Araplara kadar uzanan bir yelpazede) bu denli gaz verilen bir filmi, birkaç kalburüstü aksiyon sahnesi için mazur göremeyiz. Filmin özünde yer alan muhafazakar aile değerleri de Luc Besson'un bizi hayal kırıklığına uğrattığı diğer nokta.

    Basbayağı paranoyak ve saplantılı bir insan olan Bryan'a ilk andan itibaren sadece kızını korumaya çalışan bir baba muamelesi yapması; aslında sadece "çocuklarınızı tek başlarına tatile göndermeyin, gözyaşlarıyla sizleri kandırmalarına izin vermeyin, onları hep dizinizin dibinde tutun" mesajını veriyor olması ve bu örnekte aslında Amerikalı ailelere Avrupa'nın ne denli tehlikeli ve her türlü pisliğin döndüğü bir kıta olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmesi, 96 Saat'i tek kelimeyle çöp yapıyor.

    Luc Besson'un, "Amerikan pazarına film yapıyorsam bu tür ahlakçı mesajlara yer vermem gerekir" şeklinde düşünen uyanık bir yapımcı olduğunu açık etmekten başka işe yaramıyor yani karşımızdaki film. Lost'un Shannon'ı, X-Men'in Jean Grey'i falan diye de düşürüyorlar işte seyirciyi tuzaklarına. Ama neticede vasat bir aksiyon filmi olarak 96 Saat'in ulaşacağı kitle de sınırlıdır herhalde.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top