Barselona, Barselona
Yazar: Ayşegül KesirliWoody Allen'ın "Maç Sayısı" ile başlayıp, "Cassandra'nın Rüyası" ile hız kazanan suç serisi üzerimizde öyle garip bir etki yarattı ki, karşımıza çıkan her yeni Woody Allen filminden şok edici bir hamle bekler hale geldik. "Maç Sayısı"nda sınıf atlama hırsının nasıl sarsıcı bir cinayet olayına sebep olduğunu anlatan, "Cassandra'nın Rüyası"nda ise aynı arzuyu yine bir cinayet olayıyla birleştiren Allen'ın "Barselona Barselona"da yeni bir hınzırlık yapması kaçınılmaz görünüyordu. Çünkü "Maç Sayısı" ve "Cassandra'nın Rüyası"nın bol entrikalı ve gerilim dolu gidişatları, bizleri yeni bir şok dalgasına çoktan hazırlamıştı.
Vicky ve Cristina adlı iki genç Amerikalının Barselona'da geçirdikleri yaz tatilini konu alan "Barselona Barselona" karşımıza işte bu beklentilerle çıktı. Konusuna bakıldığında herhangi bir şiddet olayına yatkın olmadığı izlenimini yaratsa da, bu film de eninde sonunda Woody Allen'ın keskin zekası ve engin tecrübesi ile örülmüştü. Bu nedenle de, eğer filmin başlangıcında bir silah görürsek, nihayetinde o silahın patlayacağından kesinlikle emindik. Peki o mermi kimi vuracaktı? Üzerimize yayılan şiddet dalgasının kurbanı bu kez kim olacaktı?
"Barselona Barselona" gidişatı boyunca izleyenlerin kafasını bu tip sorularla kurcalayan bir yapım. Peşlerine takıldığımız dört karakterin tanrısal güzelliklerine, açık bir Gaudi sergisi olarak tanıtılan Barselona şehrinin büyüleyiciliğine, anlattığı hikayenin hedonist ve bir o kadar fantastik yapısına rağmen yeni Woody Allen filmini huzur ve huşu içinde izlemek bana kalırsa imkansız. Bu durumun önde gelen sebeplerinden biri de hikayede sürekli olarak şiddet ve felaket getiren bir karakter olarak tanıtılan Maria Elena.
Filmde karşımıza, Javier Bardem tarafından canlandırılan Juan Antonio'nun eski karısı olarak çıkan Maria Elena, öyküye dahil olur olmaz gerilim ve şiddet getireceğine inandığımız bir karakter. Juan Antonio'yu bıçakladığını öne süren dedikodular sebebiyle, bizi yokluğunda bile tedirgin eden Maria Elena'nın üzerimizde yarattığı etkinin böylesine güçlü olmasının en büyük sebebi ise Penélope Cruz. Bir yanıyla baştan çıkarıcı bir kadınsılığa, diğer yanıyla şeytani bir erkeksiliğe bürünen Penélope Cruz'un çalkantılı performansı izleyenleri büyüleyecek düzeyde. Daha önce hiçbir Woody Allen filminde yer almamasına rağmen yönetmenin kendine özgü diliyle gözlere şenlik bir uyum tutturan Cruz, başlı başına "Barselona Barselona"nın gergin atmosferini besleyen en 'tetikleyici' unsur.
Diğer yandan, Woody Allen'ın canlı tonlar, parlak renkler ve güneş ışığının güçlü etkileriyle süslediği 'pürüzsüz' kadrajlarının, Maria Elena'nın yarattığı bu gerilim dalgasını şaşırtıcı bir biçimde beslediğini söylemek de mümkün. Çünkü Allen'ın yarattığı kusursuzluk ister istemez öyküye Mike Leigh filmlerini hatırlatan tehlikeli bir naifliğin hakim olmasına olanak tanımakta. Maria Elena ve Juan Antonio'nun tutkuyla şiddeti aynı potada kotaran baş döndürücü tartışmaları ise Woody Allen'ın esprili diyalogları sayesinde bu tehlikeli naifliği körükleyen bir karaktere kavuşmakta. Böylelikle, imza attığı bu kendine has atmosferde, bir yandan fantastik bir haz ortamı sunun bir yandan da bu ortamın yerini her an şiddete ve karmaşaya bırakabileceğini vurgulayan Allen, hem duygusal hem de görsel açından son derece dinamik bir anlatım tutturmakta.
Bahsettiğimiz bu dinamik anlatım biçiminin Woody Allen'ın eleştirel tavrını ortaya çıkarmak için sağlam bir zemin hazırladığını belirtmekte de fayda var. Allen, hemen hemen her filminde olduğu gibi yeni filminde de izleyiciler ile interaktif bir bağ kurmaktan ve bu bağ aracılığıyla seyredenlerin akıllarında soru işaretleri oluşturmaktan yana. Dolayısıyla "Barselona Barselona," dinamik ritmi ve tedirgin atmosferiyle yönetmenin bizlere kişisel endişelerimizi ve korkularımızı sorgulatmak için hazırladığı bir oyun belki de. Çünkü film süresince 'medeni' karakterleri riske atacağına inandığımız her öğe nihayetinde bizlere önyargılarımızı, hayat tercihlerimizi ve önceliklerimizi yeniden yapılandırmamızı öğütleyen bir işaret görevi üstleniyor.
Böylelikle, Woody Allen yeni filminde de, küçük hınzırlıklar yardımıyla, izleyicilerine bambaşka bir bakış açısının kapılarını açmayı başarıyor. "Cassandra'nın Rüyası"nın eleştiri yazısında da belirttiğim gibi, son filmlerinde Woody Allen her ne kadar sadece kamera arkasında kalmayı tercih etse de seyredenlere filmin bir parçası olduğunu her zaman hissettiriyor. Son derece ruhani ve sezgisel bir deneyimin sonucunda hissedilen bu durum, bir noktada Woody Allen'ın görünmez bir biçimde ekrandaki yerini alıp, hınzırca göz kırptığını duyumsamanıza yol açıyor. "Barselona Barselona" da son sahnesinde izleyenlere aynı ruhani süreci vaat eden bir film. Yeni dönem Woody Allen filmlerinin en şok edici, en sarsıcı ve en güzel yanı da bu belki de.