Robin Hood
Yazar: Murat Tolga ŞenRobin Hood, Kral Arthur misali, gerçekliği oldukça tartışmalı olan, otoriteye, kanuna ve mülkiyete duyduğu isyan yüzünden aşka gelip zenginden alıp fakire vermesiyle de tarihin ilk anti-kahramanı olma özelliklerine sahip ve tam da bu sebeplerden, beyazperdenin her zaman gözde kahraman figürü.
Fakat itiraf etmeliyim ki, yeni bir Robin Hood öyküsü için çok da meraklı değildim. Yıllar önce Mel Brooks'un çektiği Robin Hood / Men in Tights'la feci şekilde suyu çıkarılmış, naftalin kokan pro-sosyalist bir kahramanlık hikâyesini tekrar izlemenin çok da beklenen bir tarafı yok. Çocukluğumdan beri defalarca okuduğum ya da seyrettiğim gibi, Sherwood ormanının bu asi çocuğunun Nottingham şerifinin kıçını tekmeleyip durmasını ve sarhoş rahip Tuck'la küçük John'un nüktedan atışmalarıyla bıktırırcasına Robin'e yalakalık yapmalarını seyredeceğimi sanıyordum. Ama yanılmışım!
Ridley Scott doğru bir kararla Robin Hood'un orman maceralarına değil, kahramana dönüşme sürecine odaklanıyor. Öyle ki baş düşman sayılan Nottingham şerifinin hikâyenin mizah kısmına hizmet etmek gibi küçük bir etkisi var. Ayrıca kendinden çok fazla kopan bir öykü de değil. 10. yy. beri hakkında uydurulmuş bir sürü öykü sebebiyle iyice karışmış ve Robin Hood kimi öyküde isyan etmiş bir soylu, kimisinde ise toprak sahibi bir çiftçi olarak aktarılmıştır. Senaryo tüm bu varsayımları oldukça dengeli bir şekilde karıştırarak sunuyor. Tarihçesine bakıldığında, Aslan yürekli Richard ile Haçlı seferlerine katılmış, Prens John'la pek yıldızı barışmayan bir Robin Hood anlatımı da var gerçekten.
Robin Hood bu macerada, Ridley Scott'un Cennet Krallığı'nda da madara etmekten çok hoşlandığı Fransızlarla uğraşıyor. Hatta o kadar ileri gidiyor ki, İngiliz tarihinin en önemli kahramanı olmaya soyunup, istemeyerek de olsa İngiltere kralı John'la aynı safta büyük bir savaşa katılıp düşman işgalini engelliyor. Bu epik dozajın bir Robin Hood öyküsü için çok fazla olduğunu düşünmeme rağmen filmi keyifle izlemekten de geri durmadım. Scott bu tür filmleri çekmeyi beceren bir yönetmen. Eğlenceden ve dramadan ödün vermeden, gerçekten "daha önce görmediğimiz" bir Robin Hood'u sinemaya aktarmayı başarıyor. Bu hem Robin Hood izlemekten bıkmış eskiler hem de epik savaş sahnelerinden hoşlanan genç seyirciler için filmi çekici kılıyor.
İlerlemiş yaşına rağmen oldukça dinç gözüken Russell Crowe, Robin Hood olmak için biraz yaşlı kalsa da, neden bir aksiyon yıldızı olduğunu ispatlarcasına oynuyor. Leydi Marion, Cate Blanchett'le uyumlu bir kimyaya sahip ve aradaki aşka inanmamak mümkün değil. Diğer filmlerde alışık olduğumuz üzere devamlı çığlık atıp kurtarılmayı bekleyen bir leydi Marion'da yok bu defa. Dişli, güçlü ve erkeğine destek veren savaşçı bir kadını izliyoruz. Filmin dikkat çeken bir oyuncusu da, Lost'un kötü adamı Martin Keamy olarak ünlenen ve burada küçük John rolünü üstlenen Kevin Durand. Fiziksel çekiciliğinin yanında oldukça sevimli bir yüze sahip!
Filmin en başarılı tarafı, Ridley Scott'un mükemmeliyetçi yönetimi ile başarılmış çatışma sahneleri ve müthiş görselliği... İzlerken gerçekten o tarihin dokusunu hissedip, havasını koklayabiliyorsunuz. Ayrıca özellikle başlarda, Ortaçağ savaşları hakkında yeni pek çok fikir edinmek mümkün... Yine Scott'un Müslüman olan ve filmde kısa bir rolde gözüken eşi sebebiyle de Haçlı seferleri adına küçük bir özür dileme mevcut (Akka kuşatması)
Robin Hood Türk izleyicisinin çok sevdiği türden bir kılıçlı kahramanlık destanı. Uzun süresine rağmen sıkmadan kendini izlettirmeyi başaran, sinemada izlenmeyi hak edecek bir görselliğe ve ihtişama sahip hoş bir seyirlik. Yönetmeninin en önemli filmi değil ama bu haftanın, hatta yılın önemli işlerinden biri.