Sevgi Fırtınası
Yazar: Orkan ŞancıAşk ve Acı kavramlarını birbirinden ayrı düşünemeyen bir yazar Nicholas Sparks. Kevin Costner ile Robin Wright'ı buluşturan "Message In A Bottle"da, ya da son olarak "The Notebook"da tanık olduğumuz gibi, sanki bir cezaymış gibi aşkı her defasında acıyla buluşturan, okuyucusunu ağlatmak için numaraları olan bir isim. Onun romanlarından uyarlanan son film "Sevgi Fırtınası". Yazarın 2002'de yayımlanan romanı yine aynı formüle dayanıyor. Bu nedenle yukarıda andığımız filmlerle birçok ortak noktası mevcut.
Çeşitli nedenlerle içlerinde birer "fırtına" besleyen iki yaşını başını almış insan, sahilde fırtınalara meydan okurcasına inşa edilmiş bir pansiyonda buluşuyor. Bu aynı zamanda, Diane Lane ile Richard Gere'in "Unfaithful"dan sonraki ilk buluşması. Geçen sefer işler yolunda gitmemişti ancak bu kez sadakatsizlik yok! Aksine, geçmişine-sahip olduğu değerlere fazlasıyla bağlı, inkar edemeyen, zaten bu yüzden sıkıntı yaşayan iki karakter. Yaklaşan gerçek fırtınaya birlikte karşı koymaya hazırlanırlarken içlerindeki fırtınanın da ortak yönlerini bulmaya çalışıyorlar.
Kadın, kendisini aldatan eşinden ayrılmış, çok sevdiği çocuklarını kırmamak için kızgınlığını yenip yeniden birlikte olma ihtimalini gözden geçiren biri, Adrienne. Adamsa, çok tecrübeli bir doktor olduğu halde 50 binde 1 ihtimalin gerçekleştiği bir ameliyatta, kadının tahtada kalmasına neden olduğu için vicdan muhasebesi yapan, Paul. Ölen kadının "aşk ve acı" dolu eşiyle yüzleşmek zorunda hissediyor.
Aşkın acısız olamayacağı, ya da bu dünyada mutluluk ararken arada mutsuz anlara da katlanılması gerektiğini söyleyen Nietzsche, bu filmi izlese ne düşünürdü acaba? "Ben bile bu kadar zorlama acılar çıkaramazdım" diyecekti herhalde. TV kökenli yönetmen George Wolfe, iki usta oyuncusunun (Bir de acılı eş rolünde kısa ama etkili Scott Glen'i ekleyebiliriz) kattığı değere gölge etmiyor belki, ama fazlasıyla senaryo etkisinde kaldığını hissettiriyor. Hiç olmadık zamanlarda ses bandındaki müziği köklüyor, iç mekan çekimlerde, yanlış mercek tercihinden midir bilinmez, gözleri bozacak şekilde hareketli bir kamerayı tercih ediyor.
Richard Gere'in, hani şu son araba reklamında olduğu gibi, "aşmış bitirmiş, sadelik arayan adam" tipiyle pek alakası olmayan Paul'deki performansı, yine çok başarılı. Ancak 16 yaş büyük olduğu halde Diane Lane ile neredeyse aynı yaşta görünmesi de ilginç. Bunda Lane'in doğal oyunculuğunu besler nitelikte makyaj-saç düşmanlığı etkili olmuş olabilir. "Untraceble"dan sonra Lane bir kez daha son derece sade. Ya oyunculuğu? Lane'in bu filmde ağladığı bir sahnede, bir zamanlar Merly Streep'de gördüğümüz, "burun akıntısı"nı bile umursamayacak kadar "gerçek" bir performans sergilediğini belirtmemiz gerek. Günümüzde Lane kadar, yakın çekimlerde kamera yokmuş gibi davranabilen drama oyuncusu çok az.
Hiç umut olmayan durumlarda bir umut ışığı yakan senaryosuyla bu film, çok sevdiğim "Cast Away"in Zen cümlesi "nefes almaya devam"ı benimsemiş görünüyor. Ama o kadar iyimser olmayın. Sparks'ın romanındaki bazı kritik tercihlerin filme yarardan çok zarar getirdiğini görebilirsiniz. Herşey romandaki gibi olmak zorunda değil belki. Ama ne yazar Sparks, ne de ona aşırı sadık kalan senaryo ekibi, hayat kadar bağışlayıcı değil. Yönetmen George Wolfe ise iki usta oyuncunun yanında fazlalıkmış gibi duran, ama onların iyi uyumuna gerekli yer açmayı da bilen, kör bir saatçi.