Onların mücadelesi, hepimizi özgürleştirecek
Yazar: Atlantisten Gelen AdamDoğrusunu isterseniz, biz Türk erkekleri –daha doğrusu Türkiye insanının çoğunluğu diyelim, eşcinsellere ve eşcinselliğe dair taşıdığımız önyargılarda dahi ikiyüzlülük ile karşı karşıyayızdır. Konu “lezbiyen” çiftlere geldiğinde, en homofobik damarı çatlamış azgın heteroseksist erkeğin dahi, anında göz parlamalarına eşlik eden ağız suyu üretimi had safhaya çıkar. Yine heteroseksüel kadınlarda da konu aşağı yukarı aynı paralellikte seyreder; “benim gey arkadaşlarım da var” diyen hetero kadın, konunun “derinlemesine” incelendiği noktada, “ya, kadın kadına sevişme gözüme çok estetik geliyor ama erkekler arasındaki çok vahşi...” biçimindeki yarı-entelektüel klişeyle mevzuyu taçlandırır ve ötekilerin yaşamına dair empati geliştirmekte ne kadar başarısız olduğumuzu ortaya serer...
“Onların dünyasına” en mürekkep yalamışımızdan en cahilimize ne kadar eşitlikten yoksun bakış açılarına sahip olduğumuzu gösterir bu yaklaşımlarımız ve farklı hayat tarzlarına da ne kadar yabancı olduğumuzun bir göstergesi gibidir bu örnekler... “Onlar” salt penetrasyon yapan iki hemcins ya da bacaklarını birbirine çarpraz dolayan iki “pipisiz”e indirgenip bir arzu nesnesi olarak canlandırılır kafada: Evet onlar, modern “freakler”dir... Lezbiyenler! Geyler ve travestiler... O tuhaf mutantlar! Erkek erkeğe ya da kadın kadına –ikincisi çoğu zaman tasvip de edilir başta da değindiğim gibi- bir öpüşme sahnesi varolduğu anda gülüşmeler vaka-i adiyedendir, halbuki o kıkırdamalar bilmemezliğimizden ve korkumuzdan kaynaklanmaktadır...
Neyse, Freudyen tesbitleri şimdilik es geçip önyargıları da sinemanın vestiyerine bırakmak durumunda olduğumuz filmlerden biri ile karşı karşıyayız şimdi; şahsen ben, bir ilk yaşayacağım ve ilk defa bir lezbiyen-çift ilişkisine pornografik ve erotik arzu kanalları ve politik – toplumsal önyargılar aracılığıyla değil, salt insani bir perspektif ile göz atmayı deneyeceğim; sonuç: Evet, bir “lezbiyen filmi”nde ben de ağladım.
Aşka Özgürlük, günümüzün illeti bir hastalık olan kanserden mustarip, gey bir polis şefi kadının hikayesi en kaba haliyle... Filmde, iyileşmesi mümkün olmayan bir akciğer hastalığına yakalanan polis dedektifi Laurel Hester'in sevgilisi Stacie ile çetin geçen sevgililik yıllarına, çiftin gerçek hayat hikayesine odaklanacağız. Filmi izledikten sonra, vakit kaybetmeden filmin esinlendiği belgeseli de izledim. Öncelikle, filmin gerçek hayattan uyarlanan bir yapım olduğunun altının çizilmesinin hakkının verildiğini söylemeliyim. Lezbiyen argosunda butch tabir edilen “aşırı erkeksi kadın” rolünde Stacie, gerçek hayattaki Stacie’ye boy, pos ve endam hariç, konuşma ve hayat tarzı bab’ında müthiş oturmuş. Kendi gerçek yaşamında da bir homoseksüel olan Ellen Page, bu rolde çok zorluk çekmemiş olmalı. Ancak bildiğimiz kadarıyla “straight” bir yaşam tarzına sahip olan Julianne Moore, eşcinsel polis şefi rolünde, doğrusu hakikatli bir performans ortaya seriyor ve gey hak mücadelesini, Amerikan toplumunun en muhafazakar işkollarından biri olan polis teşkilatı üzerinden Laurel karakteriyle Beyazperde’ye başarı ile yansıtıyor. Bir uyarı: Film, ortodoks ahlak anlayışına liberal sınırlarda da olsa sert-eleştirel bir yaklaşım gösteriyor ve bazı sekanslar her babayiğidin harcı değil. Nitekim basın gösteriminde dahi, filmi yarısında terkeden “steril” gazeteciler oldu. Peki ya filmin temposu? Vasadın üstünde seyretmekte. Ve filmde biraz gözüme batan unsur, her Amerikan yapımının olmazsa olmazı Yahudi tiplemesi. Bu defa bir “eşcinsel” Yahudi karakteri kimliğiyle karşımıza çıkan Steve Carrell, filmin ağlak-dramatik izleğini dengeleme adına komik ama fazlasıyla karikatürize, orta yaşlı ödipal bir homo figürüyle yer yer eğlenceli sahneler sunuyor.
Ahlaki aşamayı geçtiğimizde Türk seyirci için başka türlü beyin jimnastiklerine yol açabilir bu film; Zira New Jersey halkının ve izlerken Türkiye’de hak mücadeleleri konusunda ne kadar geri olduğumuza dair hayıflanmamanız da mümkün değil. Tabi ki toplumsal gelişmişlik açısından ABD ile Türkiye’nin arasındaki makasın ne kadar açık olduğu da net bir şekilde sergileniyor. Her ne kadar “Uygar Dünya”nın sadece kendi yurttaşlarına uygarlığı layık gördüğü düşüncesine inansam da, ezilenlerin, farklı cinsel yönelimlere sahip insanları, hele ki Ortadoğu coğrafyasında bırakınız “hak aramayı” yaşam hakkı bile daha on yıllarca tehlike altında bulunuyor.
Aşka Özgürlük, haftanın dokunaklı ve “marjinal” bakış açılı filmlerinden...
@atlantisliadam