Wes Anderson’ın İzinden <br><strong>Rocket Science</strong>
Yazar: Oktay Ege KozakRocket Science'ın San Francisco Film Festivali'ndeki gösterimi başladıktan beş dakika sonra büyük harflerle not defterime şu kelimeleri yazıyorum: "Wes Anderson Light."
Film, Wes Anderson'un her kamera hareketi bitmeden diğer kamera hareketine ortadan atlayan yarı kinetik, yarı sakin montaj tekniğini, karanlık bir hava yaratacak derecede grenli, ama bir o kadarda renkli ve loş görsel havasını ve tanrı misali üçüncü şahıs anlatımını, adımı adımına o kadar detaylı takip ediyor ki, filmin gösteriminden sonra yönetmen Jeffrey Blitz'in Görevimiz Tehlike tarzı bir harekette bulunup, tek hamlede çekeceği plastik yüz maskesinin ardından Wes Anderson çıksaydı pek de şaşırmazdım.
Blitz'in bu derecede kopyacılığa başvurması ilginç. Çünkü gördüğüm kadarı ile Blitz, 'inek' toplumunun hayatına getirdiği dürüst ve sıcak bakış açısı ile "Rocket Science"tan çok daha orjinal bir işe imza atabilecek bir yönetmen. Filmden sonra seyirciye gösterdiği sevimli, arkadaşçıl ve mütevazi yaklaşımı, Hollywood egoizm makinasından ne kadar uzakta duran bir kişilik olduğunu kanıtlıyor. Fakat eğer 15 dakikalık bir soru-cevap boyunca, önceden gösterilen 2 saatlik filmden on kat daha fazla haz aldıysanız, ortada bir problem var demektir.
Yine de Rocket Science'ı o kadar da yerden yere vurmanın alemi yok. Film, aslında gayet ortalama bir seviyede seyircinin ilgisini korumayı başarıyor. Asıl problem, hikayesine verdiğimiz minimal ilginin hiçbir zaman bize geri dönmemesi, düz bir aktarım yerine aynı noktayı tekrarlarca ziyaret eden bir dönme dolabı andırması. Ve dönme dolaplar hakkında çocukluğumdan hatırladığım tek bir şey varsa, o da dolabın ilk bir-iki dönüşünün biraz da olsun eğlenceli olmasına rağmen, sonraki elli dönüş boyunca sıkıntıdan gözlerimi kapatıp bir sonraki yüz dönüşün çabuk bitmesi için dua ettiğim.
Jeffrey Blitz'in en iyi uzun metraj belgesel Oscar'ına aday olan 2003 yapımı Spellbound, Amerika'nın her köşesinden ulusal imla yarışmasına katılan bir kaç 10-12 yaşında genç çocuğun bu obsesif yolda çektiği zorlukları inceliyordu. Rocket Science ise, hırslı orta okul öğrencileri için aynı derece saplantılı ve rekabet dolu bir okul aktivitesinin etrafında dönüyor: Müzakere Klübü.
Ginny Ryerson ve Ben Wekselbaum, Plainsborough orta okulunun en hızlı ve acımasız müzakerecilerindendir. Ulusal müzakere yarışması sırasında Ben, birden tartışmayı durdurur ve herhangi bir açıklama yapmadan podyumu terk eder. Aşırı hırslı ve inatçı Ginny ise gelecek senenin yarışması için alışılmışın dışında bir tartışma ortağı seçer: çaktırmadan Ginny'e aşık olan, utangaç, kekeleme problemi yüzünden iki kelimeyi bir araya getiremeyen Hal Hefner.
Film, ilk başta Hal'in Ginny'e olan tipik orta okul aşkını ve Ginny'nin müzakere yarışmasını kazanmak için gösterdiği aşırı hırsı gayet başarılı bir biçimde inceliyor ve hikayenin geri kalanında oluşması için ilginç bazı konu bağlamlarını öne seriyor. Fakat ne yazık ki, Ginny hiç bir açıklama yapmadan okul değiştirince Rocket Science, dönme dolabın ilk iki dönüşünü dolduruyor ve bizi yaklaşık bir saat on dakika boyunca hikaye ilerleyişi ve karakter gelişimi bakımından hiç bir yere gitmeyen bir kısır döngünün ortasında bırakıyor.
Bu kısır döngüyü katlanılmaz kılan en sinir bozucu özelliği, Hal'in filmin süresi boyunca hiçbir gelişmeye imza atmaması, yani bir bakıma hepimizin bildiği tipik Rocky tarzı "kimsenin saygı duymadığı küçük adam büyük yarışmayı kazanır" şablonunun tam tersine gitmeye çalışması.
Film, bize gayet ilginç bir konu yaratıyor, ilk başta müzakere yarışmasındaki çocukların ne kadar hızlı konuştuklarını gösterip (Ne kadar mı hızlı? Bu yazının tamamını üç saniye içinde yüksek sesle okumayı deneyin), sonradan Ginny'nin normal bir sosyal bağlamda konuşamayan Hal'i ortağı olarak seçmesi ile...
Fakat bu ilginç konsept, Hal'in girdiği her tartışmada ya utanıp kaçması, ya da her zaman tartışmaya başlayacakken dış sebepler yüzünden durdurulması ile bir süre sonra gerçekten sinir bozucu bir fikre dönüşüyor. Hal'in bütün film boyunca her konuştuğunda, bir cümleyi bir araya getirmesi için gerçek anlamda iki dakika boyunca ekrana bakmak zorunda kalmamız işleri kolaylaştırmıyor. Rocket Science'ın senenin ilerleyen aylarında Amerikan bağımsız sinemasının nadir incilerinden biri olarak pazarlanacağına şüphem yok, çünkü her karesi ile bu şablona tıkırı tıkırına uyan bir film. Ama içerisinde birazcıkta hikaye barındırsaydı fena olmaz mıydı?