Hesabım
    Kalpazanlar
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Kalpazanlar

    Kalpazanlar

    Yazar: Zafer İlbars

    Evet, çoğumuz artık ikinci dünya savaşı ve yahudi soykırımı konulu filmlerden sıkıldık. İki üç senede bir bu konu üzerinde film çekilmesi de zorunlulukmuş gibi gelmeye başladı. Kalpazanlar'ı da doğal olarak bu kategorinin içine koymak mümkün ama yine de muadili olan geçmiş filmlerden önemli bir farkı var. Zaten bu fark olmasaydı herhalde filmi yapanlar hiç bu zahmete girme teşebbüsünde bulunmazlardı.

    Kalpazanlar savaşın büyük fotoğrafını biraz daha dışarıda bırakarak daha özel ve vicdani noktalara eğiliyor. O bildik Nazi şiddetini bireysel uygulamalarla elbette görüyoruz yer yer ama diğer soykırım filmlerindeki insafsız şiddet seremonisi gözler önüne serilmiyor. Almanların savaşta başka bir cephe daha yaratarak sahte dolar ve pound basımıyla İngiltere ve ABD ekonomisini yıkma operasyonlarına şahit oluyoruz. Bu amacı gerçekleştirebilmek için soykırım mağduru haline getirdikleri yahudileri bile kendi amaçları lehine kullanarak makyavelist hırslarını gözler önüne seriyorlar. Zaten filmin can alıcı noktası da bu durumdan kaynaklanıyor. Naziler oluşturdukları özel bir atölyede sahte para basma konusunda uluslararası üne sahip esir bir yahudiyi kullanıyorlar. Bu noktada kendi ırkından insanları öldüren nazilere çalışan bir yahudinin ve onunla birlikte çalışan soydaşlarının vicdan ve sahtekarlık arasında kalmalarının yarattığı durum filmin ana tartışmasını oluşturuyor.

    Diğer kamplardaki Yahudilere göre oldukça rahat şartlarda yaşayan esirler hayatta kalmanın memnuniyetiyle, ırklarını yok etmeye teşebbüs edenlerin emellerine hizmet etmenin de bilincinde olmaktan dolayı vicdani tartışmalar yaşıyorlar. Usta kalpazan Sally bastığı kusursuz paralarla arkadaşlarının hayatta kalmasını sağlıyor. Öte yandan Sally'nin davranışı her ne kadar insancıl olsa da daha idealist olan ve sadece atölye içerisindekileri değil, tüm neslini düşünen ve topyekün bir kurtuluş için farklı yöntemlerin denenmesi gerektiğini savunan Burger karakteri filmdeki duygusal çatışmayı daha güçlü kılıyor. Zaten filmin senaryosu da şu an 90 yaşında olan bu karakterin (Adolf Burger) anılarından yola çıkarak yazılmış.

    Film nazi zulmüne yeni açılımlar getirmiyor ama ikinci dünya savaşı hakkında farklı bir bakış açısı sunuyor. Zaten nazi zulmü hakkında söylenecek çok az şey kaldı sinemada, filmden bu konuda yeni bir şeyler beklemek insafsızlık olur. Nazi zulmü klişelerine bulaşmadan eli yüzü düzgün ve kaliteli bir savaş dramı olması filmi izlemek için yeterince ikna edici. Aksine film üzerine nazi zulmünden dem vurmak seyirciyi filmden soğutabilir.

    Kalpazanlık atölyesinin kumandanı olan nazi subayının kurtarıcı mı yoksa bir katil mi olduğu da filmin üzerinde düşünülecek bir başka noktası mesela. Dışarıda bizlerin artık çok iyi bildiği zulüm devam ediyor, yan odalarda işkencelere kulaklarımızla şahit oluyoruz. Zaten şartların insani olması fazla gerilmeden filmi izlemenize yol açıyor. Ama filmde yine de iç acıtan noktalar da yok değil.

    Filmin oyunculuk açısından çok güçlü olduğunu söylemeliyiz. Özellikle başroldeki Karl Markovics'e rol çok iyi gitmiş. Film teknik olarak da gayet başarılı. Gerek ışık kullanımlarıyla gerekse zaman zaman yarattığı ve dozunda kullandığı klostrofobiyle hikayenin geçtiği ortama dahil olabiliyorsunuz. Armonika ve gitarla çalınmış müzikler de aslında filmin tematik olarak sahip olduğu o koyu dramın, maviliklerin her an gözükeceği bir umuda dönüşebileceği hissini veriyor. Film kendi başına iyi bir film ama yine de en iyi yabancı film Oscarını almış olmasını akademinin soykırım filmlerine karşı olan düşkünlüğüne yormalıyız.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top