Kanun Namına Kanunsuzluk
Yazar: Zeren SomunkıranSon yılların en etkili toplumsal gerçeklik ve eleştiri filmlerinden biri olabilecekken bu fırsatın kaçırılmış olması ne kadar da yazık. Yaşadığımız toplumları büyük bir kargaşaya ve huzursuzluğa sürüklemekte olan adaletsizlik ve bu adaleti sağlamakla yükümlü olan kurumlardaki kokuşmuşluk gibi çok sağlam bir çıkış noktasına sahipken, direksiyonu kırıp tam da o eleştirdiği düzenin beslendiği kaynaklardan yemlenen bir filme dönüşmek. Evet, söz konusu film Nick Love imzalı Kanunsuzlar.
Cezasını bulamayan bir dolu suçun işlendiği, hasbelkader yakalanıp ceza almış suçluların da sonu gelmeyen aflarla salıverildiği, adalet duygusundan yoksun Türkiye gibi bir ülkede ve bu ülkenin suç batağının en önemli merkezlerinden biri olan İstanbul gibi bir şehirde yaşayınca, adaletsizlikten doğan çaresizlik duygusu üzerine bir film izlemek daha da çarpıcı olabiliyor. Her gün binbir türlüsünün şahidi ya da bizzat kahramanı olduğunuz bir adaletsizliğin perdeye yansımış halini izlemek, gerçekten daha bir anlamlı. Tabi eğer bu film, adaleti sağlamanın tek yolunun, herkesin birer silah edinip bilek gücünü de kuvvetlendirerek kendi adaletini kendisinin sağlaması olduğunu savunmuyorsa.
Afganistan ve Irak'ta savaşmış ama evine döndüğünde hiç de hoş bir manzara ile karşılaşmamış olan bir asker, savunduğu davada karşısında olduğu kişiler tarafından ailesi öldürülen bir savcı ve toplumdaki şiddetten ağır şekilde nasiplerini almış olan bir borsacı, bir güvenlik görevlisi ve bir üniversite öğrencisi, bir şekilde bir araya gelerek artık bu adaletsizliğe dur demeye karar veriyorlar. Yapacakları şey, ellerine silahları alıp cesaretlerini de toplayarak kendilerine yapılanların cezasını vermek. Buraya kadar filmin, örneğini defalarca izlediğimiz intikam filmlerinden bir farkı yok gibi aslında.
Ama ne zaman ki, "devletin, cezalandırmak ve adaleti sağlamakla yükümlü kurumları bunu yapamıyorsa, kişilerin direksiyona geçmesi kadar 'haklı' bir durum olamaz" noktasına vurgu yapılmaya başlanıyor, işte orada da sorun başlıyor.
İnsanların adalet beklentilerinin karşılanmaması, onları kendi adaletlerini kendilerinin sağlayacağı bir noktaya itebilir. Bu ne kadar tehlikeli olursa olsun, çok insanca bir durum bir yandan da. Örneğin filmdeki savcının ailesinin başına gelenler ve bütün bu olanlardan sonra suçluların çok kolayca durumdan sıyırabilecek olmaları, izlerken bile insanın sinirlerini fena halde geriyor. İzlediğinizin bir film olduğunu bilmenize rağmen adamların cezalarını bulmasını istiyorsunuz.
Toplumdaki bu acı gerçeği tespit edip bunu ortaya koymak çok güzel de, peki ya gerçekten tek yolun bu olduğunun savunulmasını hazmedebilmek mümkün mü? Ya da bunun, aslında şu an toplumda olan şiddet ve adaletsizlik durumunu olduğundan daha da beter bir hale getireceğini görememek? Kendisine her haksızlık yapıldığını düşünenin sokaklara dökülüp hak araması gibi bir sonuç çıkar ki ortaya; bu, haklı haksız silahını önce çeken herkesin birbirinden intikam alacağı bir düzene dönüşüverir.
Sokakta asayişi sağlamakla görevli olan ama bunu hakkıyla yapmayan polisin, bir olay medyatik olduğunda nasıl da hedefe kitlenip olayı 'çözebildiğini' (aslında buna, çözmüş görünmek için yargısız infaz yapmak da diyebiliriz) ve medyanın bütün trajik olayları bir pembe diziye ya da heyecanlı bir polisiye filme dönüştürmedeki başarısını, tam isabet atışlarla onikiden vurarak eleştiriyor film. Ama bir bütün olarak çok doğru teşhisler koyup da iş ameliyat aşamasına geldiğinde, hastayı ameliyat masasında bırakan bir doktora benziyor aynı zamanda da. Hasta, bütün başarılı teşebbüslere rağmen ölüyor.
Bazı filmlerin dertleri daha öne çıktığından, oyunculukları ve sinema olarak size sunduğu tüm görsellik ikinci planda kalabiliyor. En çok derdini dert edindiğim filmlerden biri olduğu için Kanunsuzlar benim zihnimde, son vuruşunu iyi yapamamış bir toplumsal eleştiri filmi olarak kalacaktır. Ama buna rağmen söylemeden geçmeyelim ki, unutulmaz bir oyunculuk şöleni söz konusu olmasa da, pekala rollerinin hakkını veren performanslar izlemek mümkün.
Ama özellikle Sean Bean'le ilgili bir düşüncemi paylaşmazsam rahat edemeyeceğim. Son dönemlerde özellikle, çocukları şeytani güçler tarafından kaçırılan bir baba ve eşiyle sorunlar yaşayan bir koca rolünde(The Dark ve Silent Hill) arka arkaya izlediğimiz oyuncunun, son filmlerinde bu sarmaldan kurtulduğunu görsek de, aslında daha iyisini yapabilme potansiyeli varken akıllara kazınacak bir filmde ne zaman başrol olarak yer alacağını hala merak ediyorum doğrusu.