Hesabım
    Ölüm Bekçisi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Ölüm Bekçisi

    Londra’da Bir Garip Amerikalı!

    Yazar: Serdar Kökçeoğlu

    Bige Akdeniz ile 2008 arifesinde yaptığımız 2007 yılını değerlendirme toplantısında söze korku filmlerinden başlamıştık. Doğrusu has korku filmleri için pek parlak bir yıl değildi ve western ile komedi diğer popüler türlerin önüne geçmişti. Sinemasal dosyasında, 'İzleyicinin korku filmlerine olan ilgisini sömürmek için yola çıkan stüdyolar bu yıl işin suyunu çıkarmaya başladı. Japon filmi uyarlamaları, yeniden yapımlar, yeniden pişirmeler artık çekilmez oluyor' diyerek Amerikan korku filmlerinin para kazanmak için sürekli 'büyüklerinden' öğüt almasının ne kadar sıkıcı olduğunu belirtmiştim.

    Öte yandan büyük bütçeli ve iddialı filmler genellikle remake olurken, daha orijinal fikirler düşük bütçeli, küçük yapımlardan çıkıyor. Orijinal fikir derken bu yazının konusu olan düşük bütçeli Ölüm Bekçisi filminin bütünüyle özgün bir çalışma olmadığını da belirtelim. Yapım Yarın Aslında Dündü isimli komedi klasiğinin zekice hikayesini bilim kurgu sinemasından ödünç aldığı formüllerle (gerçeklik/saat) doldurmuş, içine karanlık ve ürkütücü düşmanlar eklemiş ve aceleyle fırına vermiş; masaya küçük, önemsiz ama izlenebilir bir tür filmi çıkmış. Orta yaşlı 'genç' izleyicilere seksenlerin fantastik gençlik filmlerini hatırlatabilir bu tarif.

    Ölüm Bekçisi bir buz hokeyi maçında başlıyor. Maçın genç oyuncusu Ian öldükten sonra bir iş adamı olarak uyanıyor; ardından yeniden ölüyor/öldürülüyor ve bir taksi şöförü ve hatta canki olarak oyuna geri dönüyor. Bu ölüm/uyanma döngüsü devam ederken bilgilerini aktarabildiğini keşfediyor ve sürekli karşısına çıkan sarışın kadını da olayların garipliğine ikna ediyor. Geriye her saat durduğunda genci öldüren karanlık düşmanları yok etme görevi kalıyor.

    Yapım ana karakterleri ve yaşadıkları dünyayı tanıtmadan aksiyona başlayınca (yemekten önce tatlı olmaz!) ekibin çıkış fikrini çok sevdiğini ve senaryonun incelikleriyle uğraşmak yerine bir an önce harekete geçmek istediğini anlıyorsunuz. Ian’in koşturmaları ve sarışın/esmer geçişleri arasında ne olup bittiğini anlamaya çalışırken karanlık düşmanlar ortaya çıkıyor ve ölmemeyi başaran canki Ian kendini ve kız arkadaşını kurtarmak için bir mücadele vermeye başlıyor. Aslında ilgi çekici olabilecek bir hikaye var ortada, fakat film fragman hızında gelişiyor ve hız kesince de anlatacak pek birşeyi kalmıyor.

    Yönetmenin ve senaristin reklamcı aceleciliği filmi oldukça zayıflatıyor ama düşük bütçeli bir yapımdan beklenmeyecek görsel tasarımlara sahip olduğunu da eklemeyi unutmayalım filmin. 'Diğerleri' gayet etkileyici bir şekilde tasarlanmış ve aniden belirdikleri (zemin penceresinden çıkışları mesela) bölümler gerçekten başarılı. Ayrıca Londra sokakları da filmin artıları arasında ve bilim kurgusal ve doğaüstü öğelerin ağırlığı olsa da korku kategorisine rahatlıkla girebilecek olan filmin gereksiz kanlı sahnelerden kaçınması da dikkat çekici.

    En azından başka filmleri (yarım düzine bilim kurgu klasiği) ve sahneleri hatırlatarak/düşündürterek oyalamayı başaran film en sonunda 'korku ruhu kemirir; sevgi ise korkuyu' diyor ve 'Beni insan yaptığın için teşekkür ederim,' gibi anlamlı gözükmesi amaçlanmış cümlelerle uğurluyor. Ölüm Bekçisi gibi bir isimden siz ne beklemiştiniz?

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top