Oxford Cinayetleri
Yazar: Ayşegül Kesirli"Oxford Cinayetleri," iyi yazılmış bir kompozisyon gibi ilerliyor. En başında öne sürdüğü cinayet planını, düğüm aşamasında başarıyla geliştiren film, sonuç bölümünde ise kendi teorisini ortaya koyarak 'matematiksel' olarak mükemmel bir çember yaratıyor. Diğer yandan, bahsettiğimiz bu mükemmel çemberi yaratmak için büyük çaba harcayan Álex de la Iglesia yönetmenliğindeki film, bu gayret içerisinde karakter çatışmalarını ve hikayenin görsel arka planını ihmal ederek, bir suç filminden beklediğimiz cazibeye ve çekiciliğe sahip olmayı başaramıyor.
Aslına bakarsanız, filmde bir matematik meraklısının kalbini fethetmek için yeterince malzeme var. Nitekim matematik alanında doktorası bulunan Guillermo Martinez'in kitabından beyazperdeye uyarlanan film, neredeyse sadece bu amaçla ortaya çıkmış. Ünlü filozof Wittgenstein'ın, Avusturyalı mantıkçı Kurt Gödel'in ve efsane matematikçi Fibonacci'nin çalışmalarından esinlenilerek oluşturulan hikaye, matematikle ilgilenen sinemaseverlerin akıllarını kurcalayacak birçok sayısal problemle dolu.
Tam da bu sorular ve problemler aracılığıyla, izleyenlere katilin kim olduğunu sorgulatmaya çalışan "Oxford Cinayetleri," her matematikçiyi kurnaz bir dedektife dönüştürebilecek şekilde ilerliyor. Bu yolla zekice tasarlanmış ucu açık bir denklem işlevi gören film, matematiksever izleyenleri "Zodiac"vari bir mücadelenin içine sürüklüyor.
Diğer yandan, "Oxford Cinayetleri"nin sizin için bir katil kim oyununa dönüşebilmesi için gerçekten de matematikle ilgilenmeniz ve filmde bahsedilen teorilere aşina olmanız gerek. Çünkü eğer matematikle aranız iyi değilse, hikaye süresince karakterlerin yaşanan seri cinayetlerin çözümü için ortaya attıkları öneriler, sizin için yabancı bir dilde söylenen ve sadece birkaç kelimesini anlayabildiğiniz karmaşık cümlelerden başka bir şey ifade etmiyorlar. Bu durum filme bağlanmanızı olumsuz yönde etkilediği gibi zaman zaman başkarakterleri çokbilmiş ve itici bulmanıza da neden oluyor.
"Oxford Cinayetleri"nde Amerika'dan Oxford'a gelen Martin adında bir doktora öğrencisini canlandıran Elijah Wood ile hemşire Lorna rolünde izlediğimiz Leonor Watling'in niteliksiz performanslarının da karakterlerin iticilik potansiyelini artırmadaki payı büyük.
Elijah Wood'un canlandırdığı hırslı, öfkeli ve hala daha ergenlik kompleksleriyle boğuşan Martin'i sevmek başlı başına zor bir iş. Bunun yanında Wood, Martin'in iç çelişkilerini, öfkesini, matematiğin kendisine verdiği heyecanı ve Seldom'a olan saplantılı hayranlığını ortaya koymakta oldukça başarısız. Yakın zamanda etkili ve ses getiren bir rolde karşımıza çıkmazsa daha uzun bir süre canlandırdığı her karakterde Frodo Baggins'i çağrıştırmaya devam edecek olan Wood'un filme damgasını vuran aşk üçgenindeki yeri ise bir o kadar yapay, hatta gülünç.
Bu aşk üçgeninde Wood'a eşlik eden Leonor Watling ise en az Wood kadar antipatik ve etkisiz. Öte yandan, hikaye içerisinde bir anda ortaya çıkan ve biz nasıl olduğunu anlayamadan Martin'le aşk yaşamaya başlayan Lorna karakteri zaten tam da filmin tıkandığı noktada konumlanıyor. Bu nedenle "Oxford Cinayetleri"nin senaryosundaki ana problemlerden biri olan bu aşk üçgeninin bir parçası olan Lorna'nın yapaylığından bütünüyle Leonor Watling'i sorumlu tutmak da aslında doğru değil. Çünkü filmin senaryosu her ne kadar saat gibi tıkır tıkır işleyen, matematiksel bir yapıya sahip olsa da, gidişatı matematik problemlerinin şatafatından ayırdığınızda tüm hikayenin çürük temeller üzerine kurulu olduğunu görmeniz mümkün.
Bu durumun esas sebebi de filmin bir roman uyarlaması olmasına rağmen, iyi bir uyarlama senaryoya sahip olmamasından kaynaklanıyor. Muhtemelen romanda uzun uzadıya incelenen karakterler ve derinlemesine tartışılan kimi ilişkiler hikayenin film versiyonunda yaşanan cinayet olaylarına daha fazla zaman ve efor harcanabilmesi amacıyla hızlı geçiliyor. Karakterleri yeterince tanımadan, aralarındaki iktidar ilişkilerinden ve cinsel çekimden tamamıyla haberdar olmadan esrarengiz bir cinayet vakasını çözmeye çalışan izleyicilerin bu noktadan sonra heyecan ve merak dolu bir sinema deneyimi yaşamaları ise imkansızlaşıyor.
Bununla birlikte, "Oxford Cinayetleri"nin görsel dilinin de filmin vaat ettiği heyecan katsayısını artırabilme konusunda fazla etkili olduğu söylenemez. Öncelikle Oxford'un gotik ortamından yeterince yararlanamayan film, anlattığı esrarengiz hikayeye gereken görsel arka planı sağlayamayıp, atmosferden yoksun hale geliyor. İlerleyen aşamalarda yönetmen Álex de la Iglesia, Hitchcock filmlerine yaptığı göndermeler ve bazı ufak kurgusal numaralarla izleyenlerin duygularını harekete geçirmeye çalışsa da sadece boşa kürek çekiyor.
Bütün bunların sonucunda, "Oxford Cinayetleri" matematikle ilgisi olmayan sinemaseverler için tam anlamıyla ruhtan yoksun bir yapıma dönüşüyor. Senaryosunun makinevari işleyişi, oyuncularının samimiyetsiz performansları ve gidişatın atmosferden yoksunluğu filmin merakla ve soluksuz izlenmesini de engelliyor.
Dolayısıyla "Oxford Cinayetleri," matematik meraklılarını memnun edebilecek bir yapım olsa da, heyecan dolu bir cinayet filmi seyretmek isteyenlerin ümitlerini boşa çıkarıyor. Bu nedenle bugünlerde sıkı bir cinayet filmi izlemek istiyorsanız "Oxford Cinayetleri" doğru tercih değil; dikkatlerinizi Martin McDonagh yönetmenliğindeki "In Bruges"a yöneltmenizi tavsiye ederim.