bazı filmler vardır , kurgusuyla,görüntüleriyle, akışıyla öyle bir atmosfer yakalar ki o konularda hayal edebileceğiniz fazladan bir boşluk bulamazsınız. tabir-i caizse cuk oturmuştur her şey. bu önerme tamamen görecelidir tabi ki ve şu an sadece başlıkla paralel olarak post apokaliptik türüne yoğunlaşırsak , genelde nükleer savaşlardan mütevellit insanlık tüm lüks ve temel yaşamsal yardımcılarını kaybeder ve geriye kalan az bir nüfusuyla mevcut duruma adapte olmaya çalışır. bu türde oluşturmak istediği atmosferi yakalamış sylvester stallone ve armand assante nin oynadığı 1995 yapımı yargıç dredd filmi örnek verilebilir.
dredd gibi filmlerde insanlık belli noktalarda kolonileşir ve bu sınırları duvarlarla çizilmiş, halk arasında orta direğin olmadığı, sadece sefil fakir halk ve zengin yönetici kesimin yaşadığı ,kaotik bir düzenin hakim olduğu ileri teknolojik şehirlerde yaşam savaşı verirler. başta bir diktatör olmasa da yönetim alt tabakaya acımasız davranır. şehir duvarlarının dışında yaşayanlar ise insan olarak bile görülmez. durum ne kadar vahim görünse de,temel yaşamı sürdürebilme açısından , eğer toplumun kendi oluşturduğu kurallara dikkat edilirse insanlar hayatlarını sürdürebilir.
francis lawrence in yönettiği ben efsaneyim , açlık oyunları serisi ve oblivion da kıyamet sonrası filmlere yakın tarihten örnektir. ayrıca kevin costner ın fiyaskoyla sonuçlanan waterworld filmi de bu türe en iyi örneklerdendir aslında. hatta tamamen mad max filmlerinden esinlenip kum yerine su kullanılmış gibidir. bunların dışında yakın tarihte ateş krallığı, hell, priest , the road , final fantasy , the book of eli vb… filmler öyle yada böyle kıyameti kopmuş dünyada hayatta kalmaya çalışan insanların karamsar öykülerini anlatır.
post apokaliptik yani kıyamet sonrası bilim kurgu hikayelerinin ilk çıkışı george miller ın hastalıklı ,güzel ve zengin hayal gücünün eseri olan mad max filmidir. miller ın dünyasında ki kolonileşmiş topluluklarda güvenli hiçbir yer yoktur. avusturalya da su , yiyecek ,petrol vb. tüketim maddeleri yok denilecek kadar azdır ve mevcutları da belli noktalarda diktatörlerin elindedir. kanunlar , yaşam tarzları, insanların davranışları, alışkanlıkları, tepkileri ve hatta temel insani görünüşleri bile bugünün dünyasından çok farklıdır. nükleer serpintilerin etkileri nüfusun çoğunu öldürmüş, kalan neslin çocukları da fiziki ve akli olarak tamamen dengesiz bir toplum halini almıştır. insanlık artık sadece hayatta kalmak adına son lokması için savaşan vahşi hayvanlar gibi birbirine saldırmaktadır. açlık,susuzluk ve kum mad max filmlerinin temelini oluşturur.
ilk üç filmden sonra abd sinemasında bu türde film çekme furyası başladı. peşi peşine bu türde ucuz filmler çekildi.
son filmden yaklaşık 20 yıl sonra yani 2004 yıllarında mad max furry road için söylentiler başlamıştı. işin sahibi george miller devam niteliği taşıyan yeni film için mel gibson la görüşmeler yapmıştı. fakat mel gibson o aralar the passion of the christ filmiyle meşgul olduğundan kabul etmemişti.
çekilecek mi çekilmeyecek mi derken 2014 yılında tom hardy ile çekimlere başlandı. bu film son filmden devam ettirilen bir devam filmi değil. daha çok ikinci film olan yol savaşçısı nın ve üçüncü filmin karışık bir tekrar çekimi gibi. ailesini bu kaosa kurban veren max onları koruyamadığı için suçluluk duygusuyla çöllerde dolanır durur, kertenkele falan yerken kötü adamlarla buluşur.
filmin en başından son dakikasına kadar tansiyon hiç düşmüyor. tabi ki filmin çoğu kısmı bol çatışmalı takip sahneleriyle geçiyor.
bu serinin kendine has araba tasarımları, insan tipleri, aksesuarları, silahları bu filmde de hakkıyla işlenmiş.
görüntü yönetmeni ise pers prensi:zamanın kumları, harry potter, ingiliz hasta, kusursuz fırtına, soğuk dağ gibi görsel açıdan zengin ve başarılı filmleri olan john seale.
filmde çoğunlukla gerçek efektler kullanılmış. birkaç yer dışında bilgisayar hilesi yok gibi. yönetmen gerçek dublörler ve arabalarla gerçek mekanlarda eski usul çalışmış ve bu da çok güzel bir hava katmış. mantık dışı patlamalar veya uçmalar yok. tabi ki çok abartılı her şey. hiç arkası kesilmeyen bir kurgu çeşitliliği ve dizilimi var. bu çeşitlilik size hiç nefes aldırmıyor ve işin garibi sıkmıyor da.
müzikler ayrı bir konu. çünkü filmin hiç bitmeyen takip sahnelerinde ortalık yanıp yıkılırken konvoydaki araçlardan birisine kurulmuş ses sistemiyle taraflar canlı rock müziği eşliğinde birbirlerini katledebilmektedirler. bu fikir mehter marşını andırıyor.
hikayesine gelince;
çok ayrıntılı ve aman aman bir senaryo yok. her zamanki gibi max kaçıyor diktatör ve yarı ömürlü askerleri peşinde. haksızlığa dayanamayan max burnunu başkaslarının işine sokuyor, daha doğrusu mecbur kalıyor.
bence hikaye açısından bu filmin en sağlam kısmı imperator furiosa (charlize theron) ve yanındaki bayan grubunun oluşturduğu hikayedir. furiosa ve yanındaki hanım tayfanın karakterleri ve olayları oluşturulurken ünlü feminist sanatçı ve aktivist eva ensler danışmanlık yapmış. filmin bu kısmının tamamen feminizm odaklı olduğu görülebilir. filmde kadın konusu ve kadın üzerinde ki erkek egemenliği bariz bir şekilde işlenip eleştirilmiş. buna karşılık kadınların gözü kara ve kararlı tavrı da hikayenin yönünü değiştirmiş. protagonist karakter her ne kadar max olsa da bu filmde iki adet baskın karakter var . max ve imperator furiosa. hatta furiosa asıl mücadeleyi veren kişi. erkeğe ihtiyacı olmayan karakteri, görüntüsü çok güçlü. tek kolu yok ve bu onun kendisini zayıf hissetmesine sebep olmamakta. amacı kendisi gibi kaçırılıp kullanılan arkadaşlarını diktatörün elinden kurtarmak. filmde sürekli “dünyayı kim yok etti “ “çocuklarımız diktatör olmayacak “ şeklinde mesajlar verilir. furiosa bu yönleriyle biraz firavun sarayından fırlayan hz.musa yı andırmaktadır.
seksenler çocuğu olarak bu serinin hayranıyımdır. ama bu filme biraz ön yargılı gittim. transformers falan gibi bilgisayar efektine boğulup işin suyunu çıkartacaklarından korkmuştum ama yanıldım. uzun süredir ilk defa çıktığım filmin sonraki seansına tekrar girsem mi diye düşündüm.
tom hardy 3 tane daha mad max filmi için imza atmış. işin geleceğini düşünüyorlar. sonuna kadar sömürecekler yani.
filmden bir replik ;
umut büyük bir hatadır, eğer bir şeyleri düzeltemezsen delirebilirsin.