Not: Bu eleştiri filmin hikayesine yönelik sürprizbozanlar/spoiler'lar içermektedir...
Pedro Almodóvar'ın yeni çalışmasını hangi tür, akım içinde değerlendirip nasıl tanımlamalı? Tanrı'nın rolünü taklit etmeye çalışıp ahlaki sınırları ihlal ederek genlerle oynayan bilim adamı ile, yaratımı (deneği, kurbanı) arasındaki romantik ve şiddetli çatışmayı öyküleyen bilim kurgu mu? Yani, bir tür Dr.Frankenstein hikayesi mi?..Tipik bir 'kara film'in suç unsurlarını, karakterlerin iç dünyalarının yansıması mekan, obje, ışık, renk ve gölgelerle şüphenin kucağına atan bir gerilim mi yoksa? Bir malikanenin kapalı mekanlarında geçen korku mu? Cinselliğin uzun dehlizlerinde gezinen, kadın ve erkek rollerini tersyüz eden, hoyratlıktan intikam alan bir dram mı?
Bunların tümü olabilir mi? 2009 yılında henüz 55 yaşındayken yaşama veda eden Fransız yazar Thierry Jonquet'nin "Tarantula" adlı romanı, enteresan şekilde, Almodóvar filmlerinin hassas noktalarıyla çakışan özelliklere sahip. İçinde Yaşadığım Deri (La Piel que Habito), yönetmenin sinemasını farklı bir alana sürmediği, fakat bilinen temalarını yeniden ele aldığı anlamında 'tazelenmiş ' bir film. Diyebiliriz ki, Antonio Banderas' ile 1990 yılında çektikleri Bağla Beni (¡Átame!) filminden bu yana ilk defa bir araya gelirlerken, işte bu yaklaşık yirmi yıllık filmografisinden bir 'hülasa' yapmış.
Doğaldır ki, baskın olan melodram... Kelebeğin kanatları denli narin, örümcek ağı ölümcüllüğünde ve ihanetin, merhametin, acının ördüğü koza çözüldüğünde de dokunaklı. Almodóvar'ın melodram tutkusu hikayenin omurgası aslında ve tüm garip gelişmelerin anlam kazanmasının müsebbibi.
Bakınız melodramın güzelliğine: Marilia (Marisa Paredes) bir anne. Hizmetçi. İki ayrı erkekten iki erkek çocuk dünyaya getiriyor. Biri ünlü bir cerrah (Antonio Banderas), diğeri ise serseri oluyor ve kardeşlik bağlarını da bilmiyorlar. Cerrah olan evleniyor, diğeri gelip onun karısını ayartıyor. Kadın aşığıyla kaçarken araba kazası geçiriyorlar, adam kurtuluyor, kadın tanınmaz halde yanıyor. Cerrah, affettiği ve tedavi etmeye çalıştığı karısı kendi aksini görmesin diye malikanedeki aynaları kaldırıyor. Kadın bir gün kızının söylediği şarkıyı dinlemek için balkon kapısını açtığında camda kendini görüp şoke oluyor ve atlayarak intihar ediyor. Annesinin ölümünü gören kız ruhsal tedavilerle geçen sorunlu yeni yetmeliğinde, yakışıklı bir genç adam olan Vicente'nin (Jan Cornet) cinsel saldırısına maruz kalıp, bir süre sonra annesi gibi intihar ediyor. Cerrah baba ise genç adamı kaçırıp öyle bir intikam alıyor ki!
Bu melodram şemasında çok eksik var; sürprizleri bozmak istemem. Ancak şu önemli: Deri üretme ve nakli konusunda çılgınca çalışmalar yapan cerrah Robert'ın bir heteroseksüelden alınacak en uçuk intikamın sonucunda yarattığı Vera Cruz (kusursuz bir güzellik: Elena Anaya), derimiz değiştirilse de, şeklimiz bambaşka bir hal alsa da, derinlerde saklı ruhsal ve manevi niteliklerimizin değişmeyeceğine dair bir örnek (denek, kurban); akılda kalıcı bir karakter! Almodóvar'ın, cinsel rollerle ilgili riyakarlıkların şekilcilik silahlarını etkisizleştiren 'kara mizah'ı, Annem Hakkında Her Şey (Todo sobre mi madre) filmine de göz kırpıyor.
Peki yönetmenin önceki bazı filmlerinin etkisine ulaşabiliyor mu bu ilginç toplam? Duygusal anlamda ulaşmıyor. Çünkü bir yığın unsur, hatta yetmişli yılların Avrupa üretimi 'yakın gelecek bilim kurgusu' diyebileceğimiz kötü macera filmlerini akla getiren göndermeler bir araya geliyor; daha çok bir sinefil keyfi içinde seyrediyorsunuz. Ancak Almodóvar, Almodóvar'dır! Sizi avucunun içine alır, sımsıkı sarar ve hikayenin son karesini merak ettirerek kıvrandırır. Bir de tabii, Alberto Iglesias diye bir bestecisi var, özellikle yaylıları sahnelerin içine öyle bir sızdırıyor ki, yönetmenle koşut notalar da anlatıyor öyküyü sanki...
twitter: aliulviuyanik
ali.ulvi.uyanik@gmail.com