Yol Bozuk
Yazar: Ali ErcivanKendi adıma, Yılmaz Güney'i sadece filmlerinden ve bir bakıma sinemadaki ustası sayılabilecek Lütfi Akad'ın anlattıklarından tanırım. Bir dönem kendisiyle ortak bir çalışma içinde bulunmuş yönetmen Erden Kıral'ın Güney'i tasvir ediş biçimi elbette kendi açısından somut temellere dayanmakta olabilir. Fakat zaten ne derece iyi bir oyuncu olduğu tartışmaya açık olan Halil Ergün'ün Yılmaz Güney rolünde olduğu bir film, daha ilk andan seyircisini kaybetme riskini kabulleniyor demektir.
Yolda, daha sonra Şerif Gören yönetiminde çekilmiş olan Yol filminin, senarist Yılmaz Güney tarafından ilk yönetmeni Erden Kıral'ın elinden alındığı dönemi anlatıyor. Fakat bunu birebir gerçeklere bağlı kalmadan, isimleri ve olayları kısmen değiştirerek yapıyor. Bu dönemde hapiste olan Güney'in başka bir hapishaneye nakli sırasında, kırgın genç yönetmen, eşinin peşine takılıp bu nakil sırasında ustasını izliyor. Erden Kıral için şüphesiz kişisel bir önemi olan ve aslında gerçek hayatta gerçekleşmemiş bir hesaplaşmaya doğru ilerliyor bu grup. Gerçekte neler yaşandığının ötesinde, yönetmenin o günlere bakışını yansıtan bir film karşımızdaki.
Ama her şeyden önce, Kıral'ın kendisi için karşılığı olan birçok detay, aslında perdede görsel karşılığını bulamadığı için anlamına ulaşamıyor. Örneğin, Kıral'ın Güney'e neden acıdığını anlamak için bile yönetmenle yapılan bir röportajı okumak gerekiyor. Kıral'ın kendisi için kişisel önemi olan bu projeyle arasına yeterince mesafe koyamadığını ve bazı dertlerinin perdeye yansımadığını idrak edemediğini söylemek gerek. Sinema, yaratıcıları için bir terapi aracı değildir. Bir yönetmen, kendi geçmişi ve/veya ustasıyla hesaplaşmaya gitmek için bir filmi kullanıyorsa bile, sinemacılığını ön plana koyup elindeki öyküye dışardan bakabilmesi gerektiğini unutmamalıdır.
Yolda, Halil Ergün'ün klişe ve inceliksiz oyunu dışında, genel olarak temiz oyunculuklarla ilerliyor. Özellikle, kendi üstüne düşeni layığıyla yerine getiren Yeşim Büber ve Tezer Özlü'ye atıf kısa rolünde -ciddi Türkçe probleminden yine sıyrılamamış olsa da- etkili bir portre çizen Yelda Reynaud Kaymakçı akılda kalıyor.
Ayrıca, filmin başarılı bir görüntü yönetimi olduğunu da eklemek gerek. Netlik değişimleriyle ilgili sıkça tekrarlanan hatalar dışında, filmin görsel açıdan da makul bir iş olduğu söylenebilir.
Ancak, son dönem Türk filmlerinde karşımıza çıkmaya devam eden bir takım pratik sorunlar burada da mevcut.
Senaryo üzerinde, "Yılmaz duvara bir yumruk atar. Yan odadaki karısı bu sesi duyduktan sonra içeri geldiğinde iki adamın tartışmakta olduğunu görür" benzeri bir tanımlama işler gözükebilir örneğin. Fakat oyuncunuz duvara yumruk değil de, bu filmdeki farklı karakterlerin yaptığı gibi "tokat" atmışsa, sizin mizanseninizi değiştirmeniz gerekir. Çünkü iki adamın konuşurken çıkardıkları gürültü yerine duvara atılan cılız bir tokat sesinin yan odaya ulaşması hiçbir inandırıcılık taşımamaktadır. Bu çok önemsiz bir detay gibi gözükebilir ama yönetmenin, elinde tuttuğu kağıdın üzerinde yazandan ötesini göremediğinin açık bir göstergesidir.
Kaldı ki, daha önce birçok dönem filminde rastlayıp avaz avaz bağırdığımız bazı hataları da artık görmek istemiyoruz Türk filmlerinde. Yol sorulan polise filmin geçtiği döneme uygun bir üniforma giydirirken, aynı kadraj içinde sadece birkaç metre arkada durmakta olan günümüz polisini hiçbir ekip elemanı fark etmiyor ve kolaylıkla atılabilecek bu planı ne kurgucu ne yönetmen ne de filmin kurgusunu elden geçiren Şerif Gören çıkarmayı düşünmüyorsa, ortada bir sorun var demektir. Flu da olsa arka plandaki fast food restoranı tabelalarını algılayamayacağımız; ön plandan geçen yeşil otobüsün '70li yıllarda var olmadığını düşünemeyeceğimiz var sayılıyorsa, ya seyirci gerçekten aptal sanılıyor ya da yapılan işe hiç saygı duyulmuyordur diye düşünüyorum.
Bir film yapmak, bütün bu detaylardaki kusursuzluğa özen göstermeyi gerektirir. Aksi takdirde, bu filmlerin ne yurt içinde ne yurt dışında ciddiye alınmaları mümkün olmayacaktır. Temellerinde yatan "yüce" amaçlara da sadece saygısızlık edilmiş olacaktır. Yolda, maalesef, entelektüel ve kişisel dertlerine kendini kaptırmışken pratik sinemasal gereklilikleri yerine getirmeyi atlayan, bir başka başarısız Türk filmi...