Hesabım
    Vol.i
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Vol.i

    Vol.i

    Yazar: Oktay Ege Kozak

    "Uzakta. Işıltı ve parıltı dolu..."

    Wall-E'nin açılış karelerinde Güneş Sistemimizin sonsuz sihir ve ihtişam dolu görüntülerine şahit olurken Hello Dolly müzikalinden alınma bu sözleri dinliyoruz. Pixar'ın son on beş yıldır animasyon dünyasının öncüsü olarak anılıyor olduğu bir gerçek. Her sene Pixar'dan İnanılmaz Aile ve Ratatuy tarzı muazzam yapımlar bekliyoruz artık. Fakat bu beklentilerin bile ötesindeki Wall-E, daha ilk karelerinde sinema tarihinin unutulmaz klasikleri arasında yerini alacak, kıymetli bir başyapıtı müjdeliyor.

    Film, ilk sahnesinden itibaren bilgisayar animasyonunun popülerliği sayesinde bini bir para haline gelmiş son dönem çizgi sinema örneklerinden beklediğimiz "çocuk filmi" klişelerini yerle bir ediyor. Neşeli müzikal Hello Dolly ile Güneş Sistemini gezdikten sonra dünyamızın 700 sene sonraki haline şahit oluyoruz. Binlerce ihmal edilmiş uyduların arasından yüzeye iniyoruz. Harap edilmiş, kirli ve kuru bir dünyadayız. Yüz yıllar önce bütün insanlar, çevrenin kesintisiz suistimali yüzünden yaşanamaz hale gelen dünyayı BnL isimli bir mega şirketin inşa ettiği uzay gemileri ile terk etmiştir.

    Bu dünyayı temizlemekle yükümlü robotların halen çalışan tek üyesi Wall-E'nin (Waste Allocation Load Lifter - Earth class) çöp toplamak ve düzenlemekle dolu monoton iş gününü izliyoruz. Geçen 700 sene içinde kendine ait bir kişilik üreten Wall-E, günün sıkıcılığını ilginç bulduğu eşyaları toplayarak ve tek arkadaşı hamam böceği ile oynayarak dindirir. Wall-E, işten dönünce akşamlarını Hello Dolly'nin VHS kopyasını izleyerek ve umutlu gözlerle (veya dürbünlerle) uzaya bakarak geçirmektedir. Amacı, bir gün başka bir robota aşık olmak ve filmde gördüğü el tutuşma sahnesini o robotta denemektir.

    Hikayeye devam etmeden önce filmin dürüst ve cesur görsel yapısından bahsetmek istiyorum. Wall-E'nin dünyası, çocukların ilgisini çekmek için her köşesini parlak renklere bulayan diğer animasyon örneklerinin aksine gayet gri tonlu ve kirli bir görsel yapıya sahip. Bu su katılmamış gerçekçi yaklaşım hem hikayeye olan kişisel ilgimizi güçlendiriyor, hem çevremizin geleceği üzerine sert bir eleştiride bulunuyor, hem de parıltının karakterlerin dış dünyası yerine iç dünyasından gelmesini olanaklı kılıyor.

    Hikayeye devam. İlk bakışta monoton gibi görünen bir iş günü sırasında Wall-E, birden gökten inen bir uzay gemisinin neredeyse altında kalır. Gemiden çıkan tek yolcu, kurumuş dünyamızda organik bir yaşam formu bulmakla görevli yepyeni, parlak ve seksi (!) robot EVE'dir (Earth Vegetation Evaluator'un kısaltılmışı). Wall-E, EVE'e ilk bakışta aşık olur ve EVE'in ilgisini çekmek için elinden geleni yapar.

    Seyirciye övgü ile karışık küçük bir uyarı: Wall-E'nin ilk yarısı, Yıldız Savaşları'nın ses yaratıcısı Ben Burtt'ün bir araya getirdiği muazzam robot sesleri haricinde tamamiyle diyalogsuz. Dünyada geçen ilk yarı boyunca mimikler ve tek kelimelik seslerle iletişim kuran Wall-E ve EVE'in mükemmel bir incelikle elden geçirilmiş ilişkisine şahit olurken sinemanın aslında ne kadar görsel bir sanat formu olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. WALL-E'nin her vidasına kadar incelik ve sonsuz yaratıcılık ile dizayn edilmiş yapısı, bin bir türlü mimiğe olanak veriyor. Yönetmen Andrew Stanton, ilk bakışta çok basit gibi algılanabilecek ses dizaynları ve hareketleri kullanarak seyirciyi büyülemeyi başarıyor. WALL-E'nin ismini EVE'e telaffuz etmeye çalıştığı sahne, veya çöp kutusu kapağı ile dans ettiği sekans sırasında suratınızda silinmez bir gülümseme oluşmazsa nabzınızı kontrol edin.

    Hikayenin bu noktasından sonrasını açıklamak, veya detayına girmek bence seyirciye yapılabilecek büyük bir haksızlık. Ben Wall-E'ye hikayenin size açıkladığım kısmından sonrasını bilmeden gittim, ve kanımca filmin her köşede gizlenen tatlı sürprizlerini her seyirci kendi bakış açısından yaşamalı. Tek söyleyebileceğim Wall-E'nin ilk yarısından sonra görsel yapı, ton ve hikaye bakımından 180 derece yön değiştirmesine rağmen karakterlerin esansınıda beraberinde taşımayı unutmuyor olması.

    Filmin hem dünyamızın, hem de insanlığın geleceğine dair getirdiği, bir "çocuk filmi"nden beklediğimizden daha dürüst ve sert çevreci eleştirileri hakkında çok konuşuldu basında. Ayrıca mega şirketlerin reklamcılık, teknolojik rahatlık ve tüketimcilik özendirmesi ile insanları nasıl uyuttuğuna, nasıl tembel ve umursamaz "robot"lara dönüştürdüğüne dair Şebeke, Dövüş Klübü ve Idiocracy gibi daha yetişkin örneklerden beklediğimiz tarz korkusuz taşlamalara da sahip. Disney gibi multi-milyar dolarlık devasa bir şirketin şemsiyesi altında işleyen Pixar'ın bu denli cesur yorumlarda bulunması şaşırtıcı olduğu kadar övgüye değer.

    Bütün bu izlenimler bence yerinde olmasına rağmen filmin başarısının ana sebepleri değil. Yönetmen Andrew Stanton, verdiği her röportajda her ne kadar çevreci ve anti-tüketimci eleştirilerin geçerli olduğunu savunsa da, ilk ve temel amacının her zaman klasik ve içten bir aşk hikayesi anlatmak olduğunu savunuyor. Bu bakımdan Stanton'a katılmamak olanaksız. Wall-E, türü ne olursa olsun içerisinde son yılların en etkileyici ve duygusal aşk hikayesini barındırıyor. Bu aşkın cansız objeler olarak kabul edilen iki robot arasında geçmesi mükemmel bir senaryo ve hikaye anlamıtın gücünü kanıtlıyor. Wall-E'nin çevreci tarafı beynini temsil ediyorsa, aşk hikayesi filmin kalbini oluşturuyor.

    Kayıp Balık Nemo ile son on yılın en başarılı animasyonlarından birine imza atan Andrew Stanton, Wall-E ile dahi bir animasyoncunun ötesinde Amerika'nın ve belki de dünyanın en değerli sinemacıları arasında yerini hak ediyor. Stanton'ın çocuklara parlak renkler sallamak kolaycılığından kaçınan görsel yaklaşımı, zoom ve out of focus gibi gerçekçi sinema efektleri kullanan kamerası ve aşırı hızlı animasyon hikaye anlatımından uzak durarak karakterlerinin rahatça oluşmasına olanak veren montajı, Wall-E'nin bilindik animasyonların çok daha ötesinde durmasına olanak kılıyor.

    Bu yazıyı bitirmeden kısaca Thomas Newman'ın müziğinden bahsetmek istiyorum. Newman, alışılagelmiş bir çizgi film müziği yerine Wall-E'ye eski usül bilim-kurgu filmlerine yakışan bir kompozisyon sunuyor. Dış dünyanın sentetik ve minimalist melodisi, Wall-E ve EVE'in iç dünyasını seyirciye ustalıkla aktaran organik ve lirik müziği ile mükemmel bir sinerji yaratıyor.

    Geçen sene Avukat'ı (Michael Clayton) 2007 yılının en iyi filmi ilan ettiğimde yılın bitmesine daha bir buçuk ay vardı. Ben, Wall-E'yi Ağustos ayında tekrar tekrar izledim, siz de Eylül ayının sonunda izleme fırsatına erişiyorsunuz. Yılın bitmesine daha üç ay varken tereddüt etmeden şu yorumda bulunabilirim: Wall-E, 2008 yılının en iyi filmi. Ayrıca 2001 ve Yıldız Savaşları (4-6) gibi bilim kurgu klasikleri arasında yerini hak ediyor. Bu hafta kendinize bir iyilik yapın ve yaşınız ne olursa olsun bu mükemmel robota bir şans verin.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top