"Bu dünya böyledir," diyordu. "Sular hendeğine dolar. İnsanlar doğar ölür, gün doğar batar. Ağaçlar büyür çürür. Sular akar, bulut ağar. Ağayı öldürürsün, ağa gelir yerine. Bir daha öldürürsün, bir daha gelir." İnce Memed 2, Yaşar Kemal
Yazar: Misafir KoltuğuBir zamanlar insanlık vardı. Belki. Bilmek zor. Yine de ‘’geçmiş daima gelecekten iyiydi’’ mottosu zihnimizde yer edinmiş. Çünkü uzun zamandır mutsuz insanlar. Çünkü birçok sorun var ortada. Bunlardan biri de hiyerarşi. Çağın hastalığı. Hummalı. Yoz. Sığ. Bazısına göre olması gereken.
Yeryüzü yangın yeriyken iklim değişikliğinden muzdarip bir yeni evren, bir bilim-kurgu filmi seyirciye sunuldu. Snowpiercer, Fransız grafik roman sanatçıları Jaques Lob ve Jean- Marc Rochette tarafından 1982 yılında yaratıldı ve aynı yıl basıldı. Çizgi roman bize post- apokaliptik bir bilim- kurgu vaat ediyor. Yaklaşık otuz yıl sonra İngilizce’ye çevrilen bu yapıt Güney Koreli Bong Joo Ho tarafından beyazperdeye taşındı.
Hızlı bir giriş. Radyodan bir ses. Dünyamız, diyor. Küresel Isınma. İnsanlık.
Çok da uzak bir gelecek değil sanki. Post-Apokaliptik filmlerin geleceğe dair önsezgisel yorumlamaları daima izleyici tarafından ilgi çekmiştir. Su Dünyası; Blade Runner; 28 Gün Sonra; Ben Efsaneyim; Yolda; Mad Max gibi filmler son yirmi yılın öne çıkan ve bu türde çekilmiş olan başarılı filmlerindendir. Bu skalaya Snowpiercer (Kar Küreyici) filmini de rahatlıkla ekleyebiliriz.
Bu film bireysel bakış açısıyla düşünen insanı alır, toplum ve kapitalizmin eleştirisinin göbeğine götürür. Snowpiercer, Güney Kore’nin şiddet sinemasını da bağrında taşıyınca sinematografya sanatı adeta bir bateristin vuruş ritmindeki ustalığı gibi dört bir yandan çalışan insan bedeninin görsel resitaline dönüşüyor. Şiddet, gitgide pornografik limite yaklaşıyor.
Sinemanın görüntülerle göze yansıyıp ruhun derinliklerine akseden özel yapısı... Sarı renginin sinemaya ne kadar uygun olduğunu düşünür dururum. Gotik ruha yakın tonun sarı tona nasıl usul usul geçebileceğinin hünerini; ağır çekim sahnelerinin etki gücünü; yaratıcı dövüş sahnelerinin kalp ritmiyle bozuk saati düzeltircesine oynamasını; mizansenin eleştirel doza ayarlanmış teraziyi çağrıştıran dengesine hayran kalacaksınız. Bu filmin en büyük özelliği neredeyse tamamının sadece trende geçiyor olması. Dar alanda gerçekleştirilen muhteşem görüntü çekimleri baş döndürücü.
Chris Evans, Tilda Swinton, Ed Harris, John Hurt gibi kendini kanıtlamış bir oyuncu şölenine izleyici resmen davet ediliyor. Chris Evans’ın ‘’Curtis’’ rolünde en anlamlı ve en güçlü oyunculuğunu sergilediği yegâne filmi bu olabilir. Tilda Swinton ‘’Mason’’ karakterine ruh üflemiş, inanın. Ed Harris ‘’Wilford’u, yani kötü adamı canlandırıyor. Sonlara doğru görünen, tüm dikkatleri –senaryonun etkisi bunda büyük- üzerine çekmeyi başarabilen, sömürücü patronun göz kamaştıran performansı… Harris eleştirel filmlerde oynamaya bayılıyor zaten: Truman Show; Şiddetin Tarihçesi; Politik Oyunlar ve son olarak Snowpiercer. Gilliam (John Hurt) kendisini yaşlılığından ötürü bir kurtarıcı olarak sunmaktan vazgeçiyor ve Curtis’e liderliği paslıyor. Gilliam’ın aslında yeterince masum biri olmadığı filmin sonunda belli oluyor.
Tilda Swinton’ın oynadığı Mason karakterinin makyajı sinema derslerinde gösterilecek maharete sahip. Başarıyla kotarılmış bir makyaj çalışması tüm oyuncularda kendini gösteriyor. Kostümler, yaşamın kalitesini belirler. Trenin en arka vagonundan başlayan macera, sökük, yırtık, kederin sindiği… Vagonlar değiştikçe gösterişli kostümler (kürkler özellikle) aracılığıyla filmin amaçladığı eleştiriyi, daha doğrusu bu yolla sınıfsal hayatın ağrısını izliyoruz.
Sürekli hareket halinde olmak zorunda olan trenin ve yeryüzünün karlı dağları, karlı yolları CGI teknolojisiyle başarısız bir deneme girişiminden ibaret. İnandırmıyor. Kurgu akışının içinde çirkince sırıtıyor.
Bong Joo Ho senaryosunu yazdığı filmleri yönetiyor. Özellikle Madeo (Ana) filminde sinematik dehasını kanıtladı. Şiddet o filmde de kıvılcım saçıyor, bir ters bir düz olarak iç içe geçiyordu.
Senaryonun ve görüntünün, üstelik şiddetin pornografik sularına dalmaya yakınlaşan bu keyif ve macera dolu filmi izlemekte yarar var. Rast geldiğiniz platformlarda kaçırmayın.
Misafir Koltuğu : Mesut Keskinbıçak