Cem Yılmaz’dan Beklentilerimiz...
Yazar: Ali ErcivanDaha geçen hafta, bir arkadaşıma, 'Cem Yılmaz’ın kötü bir iş yapması herhalde mümkün değil' diyordum. Çünkü kendiyle yeteri kadar dalga geçebilme yetisine sahip; hayatın ciddiyetinin farkında ama onu fazla ciddiye almayan; en önemlisi de akıllı bir adam olarak görüyorum Cem Yılmaz’ı. Yine de öyle büyük laflar etmemek gerekirmiş. Hokkabaz kötü bir film değil elbette ama Cem Yılmaz’ın tek başına koşulsuz bir başarı garantisi olamayacağını da belli ediyor. Fikri ve öyküsü ne kadar başarılı olsa da, bir filmi tam anlamıyla başarılı olarak nitelememiz için gerekli her kriteri karşılayamıyor.
Tanıtımlar sayesinde öyküyü az çok herkes biliyor. Başarısız bir illüzyon ikilisi, hem bir umut hem de alacaklılardan kaçış vesilesiyle Anadolu turnesine çıkmaya karar veriyorlar. Sihirbaz İskender ve yardımcısı Maradona, İskender’in babasını da mecburen yanlarına alıp yola düşüyorlar. Yolculukları esnasında bir de genç kadın katılıyor öykülerine. Oğluna hiç destek olmamış bir baba ve onun takdirini bekleyen oğul; yalnız bir adamın karşılık görmeyen duygusal yakınlık umudu; biraz dalavere, biraz dostluk. Seyircide belli bazı hisleri oluşturmaya yönelik temalar yerli yerinde. Filmin niyeti, esprili ve sıcak, mütevazı bir yapım olmak. Bu takdir edilesi amaca da kısmen ulaşıyor zaten. Ama aksayan yönleri de gözden kaçmıyor.
Öncelikle, kağıt üstünde ne kadar iyi bir fikir gibi gözükse de, Mazhar Alanson rolüne hiçbir noktada oturmuyor. Fazla kentli, fazla Batılı, fazla marjinal halini üzerinden atamadığı için; aslında daha geleneksel, daha deli ve kabul etmeli ki daha yaşlı olması gereken karakterde sırıtıyor. Filmin en duygusal sahnesinde bile izleyeni yabancılaştıran bir 'rol yapma' hali hissediliyor. Aynı -mış gibi yapma durumu, birçok noktada Özlem Tekin için de geçerli.
Bence daha temel bir sorun ise, filmin temposuyla ilgili. Sadece kurgudan kaynaklandığını söyleyemeyeceğim bir aksaklık var Hokkabaz’da. Oyuncu yönetiminde, mizansenlerde ve en basit haliyle arka arkaya sıralanan çekimlerin seçimi ve diziminde hep hantallık var. Cem Yılmaz ile birlikte BKM’nin önceki işlerinden deneyimli Ali Taner Baltacı’nın ilk yönetmenlik denemeleri, hevesli ama -daha iyi bir tanım bulamadığım için mazur görün- öğrenci filmi düzeyinde bir sinema dilinden fazlasını sunamıyor.
Filme ihtiyacı olan dinamizmi ve sıcaklığı katmak büyük ölçüde iki başrol oyuncusu ile Yılmaz’ın senaristliğine kalıyor. Neyse ki bu açılardan film sağlam bir şekilde işliyor. İzleyeni tam iki kez ters köşeye yatırmayı beceren senaryosu ve yarattığı renkli karakterle Cem Yılmaz, şu an sahip olduğumuz en önemli sinema aktörü ve yıldızı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Filmin keşfi ise, kimi anlarda Yılmaz’ı bile bastıran, Maradona rolündeki Tuna Orhan. Yine Cem Yılmaz imzalı başarılı müzikler de filme çok şey katıyor.
Hokkobaz’ın gişede bir G.O.R.A. gücünde olmasını beklememek gerek. O tür bir seyirci kitlesine bu haftanın bir diğer Türk filmi Sınav daha çok hitap edecek gibi. Hokkabaz’ın bunun için fazla duygusal ve mütevazı (bunlar aslında iyi) ama aynı zamanda aksak ve yer yer zoraki (bunlarsa kötü) olduğu söylenebilir. Bu film daha ziyade Yılmaz’ın ilk sinema deneyimi Her Şey Çok Güzel Olacak ile aynı kulvarda yer alıyor. Aslında böyle olmasından gayet memnunuz. Memnuniyetsizliğimiz daha fazlasının gerektiğini düşünmemizden kaynaklanıyor.