Öldür.com
Yazar: Orkan ŞancıHikaye anlatan, ardından da mesaj veren filmleri sever misiniz? Klasik sinemanın kurallarına riayet ederler. Karakterlerini nasıl tanıtacağını bilir, iyi ile kötünün iç dünyasını anlatırken zıtlıklardan beslenirler. En güzeli de vaat ettiklerini yerine getirirler, ne daha çoğu ne de azını.
Öldür.com; siber ortamda cereyan eden bir suç filmi. İnternette "hiçbir şeyimizin gizli kalmadığı" hikayesiyle başlıyor, bunu yaparken karakterlerini hem tanıtıyor hem de güçlendiriyor. Ancak hemen ardından durumun o kadar da kontrol altında tutulamadığına lafı getiriyor. Bir suçlu, kediyle başlayıp insanoğluyla devam ettirdiği işkence ritüellerini kurduğu internet sitesinde naklen yayınlıyor, tıklayan her kullanıcıyı cinayetlerine alet ediyor. Siber hareketleri anı anına dikizleyen FBI ajanları ise olanları şaşırarak, dehşet içinde izliyor. (Kötü karakterin güçlenmesi)
Film, insanlığın geldiği nokta ya da dünyanın feci hali gibi bir söylemin de ötesine geçerek "durum sandığınızdan da kötü" diyor. David Fincher'ın Se7en'ında Dedektif Somerset'in finaldeki sözlerini hatırlayın. Hani "dünyanın aslında bir cehennem" olduğu... Klasik anlatım yapısı sayesinde iyi karakterlerin dünyası ile gerçek dünyanın "cehennem hali" arasında belirgin çizgilerle zıtlık kurulması kolaylaşıyor.
İlerleyen yaşını kapatmakta zorlanan Diane Lane'in oynadığı Ajan Jennifer Marsh, akşam mesaisinde siber alemde hasta ruhlu insanların izini sürüyor, eve döndüğünde ise önce duş alıp kirinden arınıyor, ardından da küçük kızı ile annesinden oluşan yuvasında masumiyetin güvenli kollarına sığınıyor. Karşı taraftaysa birileri insanoğlunun merakından, vurdumduymazlığından beslenerek siber ortamda hiç de sanal olmayan suçlar işliyor.
Gregory Hoblit, Edward Norton'ı sinema dünyasına tanıtan "Primal Fear"dan sonra bilimkurgu, suç, drama türlerini harmanladığı 2000 tarihli Frequency'de de parlak bir performans göstermişti. Hoblit, karakterlerini, içinde yaşadıkları şehirle birlikte resmetmeye özen gösteren bir isim. Karakterlerin arabalarını bina önüne park ediş sekanslarından iç çekimlerde asıl konuyu genellikle sütun ya da dolap raflarının arasından resmetme gibi takıntılara sahip. Bu yöntem öldür.com'da iyi-kötü karakterlerin "gerçeklik"ten izole oluşlarını anlatmak için yerinde bir biçimsel tercih gibi duruyor.
Zira FBI ajanları da cinayet işleyen hasta ruhlu insanlar da gerçeklikten kopuk bir dünyada uzun süre kalıyorlar. İyilerin farkı, masumiyetle olan bağlarını koparmamak için gösterdikleri çabalardan anlaşılıyor. Başkarakter Ajan Marsh'a yardım eden Dedektif Box (Billy Burke) hiç tanımadığı birinin doğum günü partisine katılmak için çaba gösteriyor. Marsh'ın ekibindeki Ajan Griffin, sürekli farklı kızlarla flört ederek, ya da ediyormuş gibi yaparak gerçek ile olan bağını korumaya gayret ediyor. Hoblit sık sık seyircisinin de yardımına koşarak Portland kentini kuşbakışı kamerayla görüntülüyor, seyircinin "gerçek" dünyayı unutmamasını sağlamaya çabalıyor.
Öldür.com'daki cinayet sahneleri, özellikle kurbanlar için tasarlanan ölüm makinaları akla ilk başta Saw, Hostel gibi filmleri getirecektir. Ancak Hoblit, bu tarz sahneleri birebir kopyalamaktan ziyade onlardan faydalanma yoluna gidiyor. Saw gibi bir filmi izleyen seyircinin hiç de yabancılık çekmeyeceği düzenekleri perdeye yansıtarak, seyircinin kötü karakteri tanımasını kolaylaştırıyor. Üstelik tüm bu ölüm makinaları, filmin kötü adamının iç dünyasına hapis vaziyette. Başkarakterin seri katille boğuşan kadın bir FBI ajanı olması, elbette "Kuzuların Sessizliği" ile paralellikler yaratabilir. Ajan Marsh, Jodie Foster'ın Ajan Starling'i gibi. Hem içindeki masumiyeti koruyabiliyor hem de kötüye karşı mücadelede son derece dayanıklı olabiliyor. Korkuyor ama üzerine gidiyor. Sorguluyor çünkü yanıtları merak ediyor.
Senaryo-yönetim klasik yapıdan şaşmadan derli toplu gittiğinden kasting'in de belirleyici bir özelliği kalmıyor. Diane Lane'in yerine kimi koysanız olur; aktris daha yaşlı, daha çirkin bile olsa film ritmini bozabilecek özgürlüğe sahip değil. Hoblit'in kastingleri, oyuncunun sisteme uyduğu bir futbol takımı gibi. Kaldı ki iyi oyunculuk zaten bir Hollywood standardı olduğundan asıl iş yapanın senaryo olduğunu, üstelik bu metnin henüz ilk filmlerine imza atan Robert Fyvolent-Mark Brinker gibi tanınmamış bir ikiliye ait olduğunu belirtelim.
İyi yönetilmiş, hikaye anlatan, dramatik yapının o kaçınılmaz çatışma noktasına sahip, sonunda insanlığın geldiği noktaya dair mesaj içeren bir film. Mesaja katılır mısınız o ayrı. İnsanların, kapatıldı diye daha önce itibar etmedikleri popüler video paylaşım sitesinin adresini hiç olmadığı kadar tıkladığı günümüz ile canlı yayında cinayet izlemek için yanıp tutuşan sanal alem tutkunlarının merakı arasında önemli bir fark var. Öldür.com ise, insanlığın internet gibi kontroldışı bir yapı sayesinde ulaştığı psikolojiyi tahlil etmekten çok, gidilmekte olan noktaya işaret eden bir tür distopya gibi.