Sanctum
Yazar: Oktay Ege KozakJames Cameron'un su gerilimi klasiği Abyss'in daha standart bir korku türü yapısına oturtulduğu Sanctum'un yönetmeni Alister Grierson'un, filmin senaryosundan çok muhteşem mağara ve deniz altı görselliklerine odaklandığı kesin. İşte bu yüzden filmin prodüktörü James Cameron'un yeni üç boyut aşkından komple destek alan yapımın, var olan en büyük ekranda, üç boyutlu izlenmesi dışında, zaman harcanmaması tavsiyem.
Sanctum'un direkt DVD stili bir alışılagelmişliğe sahip hikayesi ve ortalama oyunculuğu, dünyanın kilometrelerce derinine inen mağaraların doğal ihtişamından ve gayet etkileyici bir biçimde kullanılan yeni üç boyut teknolojisinden sonuna kadar faydalanıyor. Fakat tabi ki filmin bu avantajı küçük ekranda ne kadar etkileyici olur o da tartışılır.
Yapımın senaryosu "klastrofobik eliminasyon oyunu" olarak adlandırdığım artık gayet klişe olmuş bir hikaye yapısını adımı adımına takip ediyor. İlk olarak birbirinden değişik olması planlanan fakat genelde klişe stok karakterizasyondan alıntı bir grup karakter kimsenin ulaşamadığı bir yerde tıkılı kalır. Yaklaşık her 20 dakikada bir aralarından biri ölür, ta ki ana karakterlerimiz tek başına kalana kadar.
32 yıllık orjinal Alien gibi günümüzde izlendiğinde bile halen tazeliğini koruyan korku klasiklerinden beri, sonsuz permutayonda denenmiş, yer yer başarılı olmuş, çoğu zaman da birbirinin başarısız kopyası olmanın ötesine geçememiş bir alttür bu.
Sanctum'da ise klostrofobik mekanımız Papua Yeni Gine'nin keşvedilmemiş sualtı mağaraları. Stok karakterlerimiz ise herkezi umarsızca tehlikeye sokan mükemmeliyetçi maceraperestten, bencil deneyimsiz iş adamına kadar uzanıyor. Arada ise tabi mükemmeliyetçi maceraperestin tanımaya fırsat bulamadığı oğlu var.
Filmin fazla alışık olduğumuz karakterizasyonları göze batmazdı, eğer diyalogları da aynı oranda bayat olmasaydı. Bencil iş adamımızın kız arkadaşı iş adamı hakkında bir sahnede "O kendi kurallarını yaratır" dediğinde kendimi 90'lı yılların ortasına zaman yolculuğunda çıkmış gibi hissettim.
Sanctum'un yavan oyunculuğu da filmin yaratmaya çalıştığı şiddetli gerilim hissine yardımcı olamıyor. Özellikle duygusal bakımdan derinliğe sahip olması planlanan bazı sahnelerde genç oyuncu Rhys Wakefield pembe dizi oyuncularının bile utanacağı abartıda bir performans göstererek filmi izlediğim sinemada yönetmenin amacı olmadığına inandığım gülüşlere yol açmadı değil.
Fakat filmin bütün hikaye eksikliklerine rağmen Cameron ve Grierson'un bu doğal mucizeyi bütün ihtişamıyla göstermekten ne kadar haz aldığı ortada. Ve işte bu noktada film kendini biraz kurtarıyor. Biraz.